AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Çindistan yükseliyor!

Business Week raporunda ilginç nokta, 40 yıl içinde ABD'nin genelde hasıla payı pek düşmezken, AB'nin %34'lük payı %15'e, Japonya'nın %12'lik payı ise %7'ye iniyor. Yani Çindistan Amerikalıların değil, Avrupalılarla Japonların ekmeğiyle oynuyor!

Business Week dergisi son sayısını (22-29 Ağustos 2005) Çin ile Hindistan'ın yükselişine ayırmış. Derginin uzmanlarına göre, şu anda dünya üretiminin %28'ini ABD, %34'ünü AB ve % 12'sini Japonya gerçekleştiriyor. Nominal fiyatlarla yapılan bu hesaplamaya göre Çin'in payı %4, Hindistan'ın ise %2. Dünya nüfusu içinde üçte birden fazla bir paya sahip olan bu iki insan ormanı, 40 yıl içinde üretimdeki paylarını nüfustaki paylarının üzerine çıkaracaklar.

Amerikan siyasi ve ekonomik elitini 'uyandırmaya' yönelik bu tür yayınlar, bir yandan kritik operasyonlara gerekçe sağlarken; bir yandan da müstakbel ittifakların yönünü gösteriyor. Otuz yıl önce, Batı Avrupa ile Japonya'nın yükselişinden söz edilerek, küresel iktisat tarihinin en büyük operasyonu gerçekleştirildi: Petrol fiyatları inanılmaz düzeylere çıkarıldı. Şimdi de Çindistan'ın yükselişinden dem vurularak petrol fiyatı 100 dolara doğru tırmandırılıyor. Birinci petrol şoku nasıl Avrupa ve Japonya'yı sarsmadıysa, ikinci petrol şoku da Çindistan'ı temelde etkilemeyecektir.

Business Week raporunda ilginç nokta, 40 yıl içinde ABD'nin genelde hasıla payı pek düşmezken, AB'nin %34'lük payı %15'e, Japonya'nın %12'lik payı ise %7'ye iniyor. Yani Çindistan Amerikalıların değil, Avrupalılarla Japonların ekmeğiyle oynuyor!

Bazıları Çindistan'ın yükselişini küçümsüyor. "Merak etmeyin, bunlar üretkenliğin değil, bol ve ucuz emeğin sonucudur" diyorlar. Hintliler bilgisayar yazılımından, Çinliler ise incik boncuk imalatından başka bir şeyden anlamıyorlarmış! Tuhaflık şurada: Çin'in "incik boncuk" ihracatı 400 milyar dolara ulaştı. 1860-80'lerde (ve 1960-80'lerde) Japonların yaptığı gibi, Çinliler de şimdi düşük kaliteli fakat çok ucuz mallarla dünya pazarlarını kapatmaya çalışıyor. ("Ne alırsan 1 milyon!") Unutmayalım ki, Japonlar Asya pazarını üç İngiliz malının çok kötü taklitleriyle ele geçirmişlerdi: Sabun, kibrit ve şemsiye.

Aliya İzzetbegoviç, 20 yıl önce hapiste tuttuğu notlarında, bugünkü konumuz bakımından çok önemli olan şu soruyu soruyordu: "Teknolojik gelişimin itici güçleri nelerdir? Ekonomik mekanizmalar mı, daima yeni şeyler araştıran insanlar mı, daha fazla kâr için yarış mı, askerî mücadele veya devlet idaresi mi? Uzak Doğu'da bir dizi ülke güçlü bir ekonomik gelişme gösterdi. Bu, Japon modelinin bir taklididir. Fakat bizzat Japonya'da hangi güçler faaldi?" (Özgürlüğe Kaçışım, Klasik Yayınları, 2005.) Aliya'nın maddî ve manevî ilerlemeye dair görüşlerini gelecek hafta ele alacağım. Bugün saygın bir Japon toplum bilimcinin görüşlerini aktarmak istiyorum.

Gelişmenin sırrı: Farklı Zaman/Mekân İdraki

Nozomu Kawamura'ya göre, Japon sisteminin yükselişindeki temel sır maddî değil, manevîdir. Ancak değişik bir zaman/mekân idrakine sahip bir toplum kapitalist Batı medeniyetiyle baş edebilirdi. Japonların zaman ve mekân anlayışları Batılılarınkinden köklü biçimde farklıdır. Bunu en iyi kukla oyunları arasındaki farkta görebiliriz. Batı kukla oyununda, kuklacılar sahnede görünmez; sahne arkadan (Tanrı tarafından?) kontrol edilen bozulmaz bir mekândır. Japon kukla oyununda ise, kuklacılar bizzat sahnededirler. Batı tiyatrosunda, sahnenin zaman ve mekânı olağan hayatınkinden farklı değildir. Her ikisi de Tanrı tarafından yaratılmış mutlak zaman ve mekândır. Oyuncunun bir adımı, günlük hayat içindeki insanın attığı adımdan farklı değildir. Japonların nô oyunlarında ise, sahnedeki dünya tamamen farklıdır. Oradaki bir adım binlerce mili simgeleyebilir. Ana oyunculardan biri çeşitli roller oynayabilir: Biraz önce kadın rolündeyken, şimdi koca olmuştur; iki asır önce ölmüş birini oynarken, şimdi onun ruhunu temsil ediyordur. Nô, topluluk ruhunun oyuncular tarafından canlandırılmasıdır. Böylece her seyirci, oyuncunun hareket ve sözlerini kendi cemaatinin ortak aklına müracaatla anlayabilmektedir.

Bugün birçok sosyolog hâlâ yerel cemaat ilişkilerini pre-modern, geleneksel ve irrasyonel saymaktadır. Kawamura aksi kanaattedir: "Bunlar Japonya'da post-modern topluma geçişte temel kaynaklarımızdır. Sosyal bilimcilerimiz Batılı hocalarını papağanca tekrarlamaktan vazgeçmelidirler. Ülkemizde sosyoloji dahil birçok disiplin Batı bilimini taklitle gelişti. Japon akademi dünyasında Batı'nın ikinci el bilgisi bilim sayıldı. Kendi milletimize ait sosyolojik çalışmaları İngilizceye çevirmek imkânsızdır. Nitekim bu benim İngilizcedeki ilk ve son kitabım olacaktır." (Sociology and Society of Japan, Kegan Paul, 1994.)

Bu farklı toplum yapılarının kapitalizmleri farklı olabilir mi? Belirleyici olan kapitalizm midir, içinde geliştiği sosyal yapı mı? Batılı bir sosyolog (Peter Berger) şöyle diyor:

Görsel imgeler Batılı insanların Japonya'yı ve daha az bir ölçüde de Doğu Asya'nın diğer kapitalist toplumlarını algılamamıza yardımcı olabilir: Japon harfleriyle mesajlar yağdıran neon ışıklarıyla süslü gökdelenler; hızlı elektrikli trenlerden çıkagelen kimonolu yaşlı hanımlar; Tokyo, Seul veya Taipei'nin modern şehir manzaraları içinde yüksek duvarlarla çevrili Budist manastırlarının asırlık sükûneti. Bunlar yanyanalık imgeleridir: Batı'nınkinden kesin biçimde farklı olmaya devam eden bir medeniyete eklenen modernlik, hatta hipermodernlik. Bu olgu Dört Ejder'den (Güney Kore, Tayvan, Hong Kong ve Singapur) sonra bölgenin diğer ülkelerine de nüfuz etmektedir, bilhassa Malezya, Endonezya ve Tayland'a. Muazzam coğrafî ve demografik genişliği olan bir olgu karşısındayız. Doğu Asya tecrübesi 'ikinci bir kapitalizm' denilmeyi hak edecek kadar farklıdır. Bu vakayı iyi inceleyen Batılı toplum bilimciler kendi toplumlarının hangi özelliklerinin sanayi kapitalizmi için zorunlu olduğuna, hangilerinin Batı tarihinin ve Batı kültürünün tesadüfî eserleri olduğuna daha rahat karar verebileceklerdir. (The Capitalist Revolution, 1986.)

Şimdi yükseliş sırası Çindistan'a gelmişse, Çin ve Hint toplumlarının zaman/mekân idraklerini kavramadan gelişmelere akıl erdiremeyiz. Tabii, her şeyden önce, kendi zaman/mekân idrakimiz ne durumdadır? Nô, topluluk ruhunun oyuncular tarafından canlandırılması idi. Böylece her seyirci, oyuncunun hareket ve sözlerini kendi toplumunun ortak aklına müracaatla anlayabiliyordu. Türk toplumunun "ortak aklına müracaat" kimsenin gündeminde midir?


21 Ağustos 2005
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED