|
|
O da ne, senin
aşkından zorun mu var?
(ı) Seçiminden ötürü cehennemde yanmakla cezalanan, alevler içinde kıvranıp dururken, acımanın derinlik ve hüzün kattığı gözlerin sahibi susmakla yetinmiş... Dostunun talihli olduğunu düşünüyormuş çünkü. O bir seçim yapmış... bir tarafı tercih etmiş... bir karar verme cüretinde bulunmuş... Bir seçim yaptığı için, bir tarafı tercih ettiği için, bir karar verdiği için yanmayı da hak etmiş... Hak etmiş; zira seçimi yanlış, tercihi isabetsiz, kararı hatalı imiş... Yanışı yazgısı haline getiren ise farklı düşünmekteymiş; zira seçmeseymiş yanmayacakmış... Güya yanışı, seçen makamına geçtiği için değilmiş, seçilenden ötürü ise hiç değilmiş... Kimi veya neyi seçtiğinin hiçbir kıymeti yokmuş; hatta seçiminin yanlış, tercihinin isabetsiz, kararının hatalı olması dahi pek önemli değilmiş. Alevleri besleyen bizzat seçimin, seçiminin kendisiymiş ona göre... Kendince seçiminden ötürü cezalanıyormuş; cezayı haklı kılan başka değil, sadece seçimmiş... Seçim olmasaymış, ceza da olmazmış. Seçim olmasaymış, 'seçen'den de, 'seçilen'den de sözedilemezmiş. Seçim, önce seçenin ve seçilenin varlığına yol açıyormuş, sonra da cezanın... Seçim var olmaksızın, ceza varlığa gelmeye yol bulamazmış... Peki çare? Çaresi basitmiş. Çare seçmemekte, seçmekten kaçınmakta, seçimsiz yaşamakta imiş... Karar almak başlıbaşına bir zulümmüş... Karar almakla veya vermekle kişi kendine yapabileceği haksızlıkların en büyüğünü yapıyormuş... herşeyden önce böyle yapmakla kendi önünü bizzat kendisi kapatıyormuş, seçeneklerini sınırlıyor ve seçenekleri seçenek'e indirgemek günahını işliyormuş... Dostuna sormaktan da utanmamış: "Başkalarının göremediklerini beherine gösterdiği halde gören hangi göz bile isteye gözüne mil çekebilirmiş ki?!!" (II) Seçmek yargıyla ilgili; yargıysa yarmak'la... Yarmak da kolaylıkla tahmin edileceği üzere "ikiye ayırmak, bölmek" demek... Yaran, yargıda bulunan kişi, doğru bir yargı verse de, tam ortadan âdil olarak ikiye yarsa da "yargıya konu olan" her defasında yarılmış / yargılanmış olarak kalacağından, yargı'nın kendisi ayırıcı / bölücü bir işlem olarak varlığa gelmek zorunda. Yargıda bulunmayan nefsin hâline, erbabı 'şekk' adını veriyorlar; yani "Var mı, yok mu?" sorusunu havada bırakmanın en esaslı yolu şekk... Sanki "ne var, ne yok!" veya "hem var, hem yok" demek gibi... Oysa akıl şekk'ten hoşlanmaz ve sahibini karar vermeye, yargıda bulunmaya, her halukârda bir seçim yapmaya zorlar. Bilenler bilir, aklın birincil yasası şudur: "Bir şey ya vardır, ya yoktur!" Yani var vardır, yok yoktur! Bir şey varsa yok olamaz, yoksa var olamaz! Dolayısıyla o şey, "hem var, hem yok" olamayacağı gibi, "ne var, ne yok" da olamaz! O halde? O halde bir karar vermeli; ya 'vardır' veya 'yoktur' demeli... Çünkü, varsa 'vardır' demek, yoksa 'yoktur' demek doğru, yok olduğu halde 'vardır' demek, var olduğu halde 'yoktur' demek ise yanlıştır. Hâl böyleyse, 'hem var, hem yok" veya "ne var, ne yok" denilemez aklın hükmünce... Akıl yarmak, yargıda bulunmak zorundadır; şekke tahammül edemez. İki taraftan birini seçmeli, karar vermeli, tercihte bulunmalı; üstelik doğru veya yanlış, kesin veya değil, muhakkak bir tarafta yer almalı! Peki bir tarafı seçsek ve fakat öteki tarafı da reddetmesek? Yani "... vardır!" veya "... yoktur!" demekle birlikte seçimimiz dışında kalan seçenek'in yanlışlığını iddia etmeyip yargımızı "... (var)olabilir" veya "... (var)olmayabilir" suretine dönüştürsek?!? İşte o zaman akıl bu adımımızı, ister istemez öncekine yeğleyecek ve yargımıza 'sanı' (zann) adını verecektir. Oysa sanı, aklın korkusu... korkak aklın cezası... ihanetin bir türü... "Yeter ki bir karar verip sahile yanaşayım da ne olursa olsun" demek ikiyüzlülüğü... (III) Yanışı yazgısı haline getiren, aklın yasalarına uymakla kendisinin cehennemin dibinde yanmayı hak ettiğine inandığı için yargıda bulunmayı, karar vermeyi, tercih etmeyi, seçim yapmayı lânetliyor ve taraflı olanların cehennemde, tarafsız olanların ise cennette yaşadığına inanıyor. Oysa bilmiyor ki taraf olanlar seçim yaptıkları, karar verdikleri için cehennemin dibinde yanmakla cezalanırlarken, tarafsız kalmayı yeğleyen korkaklar, seçim yapmadıkları için değil, hem seçimde bulunma yürekliliğini gösteremedikleri için, hem de seçimlerinden ötürü cehennemin dibinde yanmayı göze alamadıkları için "kendi cennetlerinde huzur ve sükün içinde yaşamak"la (!) cezalanıyorlar. O yine bilmiyor ki akıl yararken, yargıda bulunurken sadece doğru karar vermeyi istemekle kalmıyor; sahibini iki tarafı da tartıp ondan sonra doğru karar almaya da zorluyor; zira akıl kararsızlıktan nefret ettiği gibi, yanlış kararlardan da nefret ediyor. Peki ya aşk? İşte yanışı yazgısı haline getirenin bilmediği de bu! Aşk da -tıpkı akıl gibi- sahibini karar almaya zorlar. Bir tek farkla ki o doğruyu, yanlışı önemsemez; doğruyu veya yanlışı seçmiş olmaktan dolayı yanıp yanmayacağını umursamaz; bilâkis nârına da, nûruna da râzı olur. Gerçek âşık, cennette huzur ve sükun içinde yaşamakla cezalanmaktansa, cehennemde cayır cayır yanmakla cezalanmayı yeğleyen adamdır. Çünkü yeğlemesi aklın değil, aşkın zoruyladır! "Aklın zoruyla seçen" ile "aşkın zoruyla seçen" arasındaki fark, seçimin bedelini önemsememektir. Aklın seçiminin sonucu 'doğru' veya 'yanlış' nitelenebilirken, aşkın seçiminin sonucu bu niteliklerden münezzehtir; yeter ki aşk olsun; ve aşk... "aşk-ı hakikî" olsun! Sonsöz "Aklından zorun mu var?" diyen dostuma tebessüm ile mukabele ediyorum; zira aklından zoru olanın ödeyeceği bedel yanmaktır; aşkından zoru olanın ödeyeceği bedel ise yanmamaktır. Söyleyin bakalım, sizce hangisi daha büyük bir ceza?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |