AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Tehlikenin adı misyonerlik mi, sekülarizm ve neo-paganizm mi?

Türkiye'nin dört bir tarafında, özellikle de büyük kentlerin İslâm'la ilişkileri zayıflamış ve sekülerleşmiş kesimleri ile hayattan umudunu yitiren yoksul kesimlerin gençlerini hedef alan misyonerlik çalışmalarının sonuç vermeye başladığını, Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar binlerce kilise-evinin açıldığını, "yöneticimiz uyuyor" olsa da biz biliyoruz.

Burada atladığımız iki temel gerçek var: Birincisi, misyonerlik faaliyetlerinin şaşırtıcı şekilde tutmasının Hıristiyanlık'ın Müslüman bir topluma yepyeni şeyler söylüyor olmasından kaynaklanmadığını; Müslüman toplumun yaşadığı kimlik, anlam ve yön yitiminden kaynaklandığını görmek gerekiyor. Yani, misyonerliğin bu denli yaygınlaşabilmiş olması, bir sonuçtur; bir neden değil. O yüzden sonuçla değil, bu sonucu doğuran nedenle uğraşmak, bunun nedenleri üzerinde kafa yormak zorundayız. Bu konuya birazdan daha ayrıntılı bir şekilde döneceğim.

Atladığımız ikinci temel gerçek de şu: Artık Hıristiyanlık diye bir din kalmamıştır; Batı toplumları da Hıristiyan toplumlar değildir. Burada vahyî Hıristiyanlık'tan sözetmiyorum; paganlaştırılan Kilise Hıristiyanlığı'ndan sözediyorum. Vahyî Hıristiyanlık, Aziz Pavlus'la birlikte kesinkes tahrif edilmiş, paganlaştırılmış ve bitirilmişti. Paganlaştırılan Kilise Hıristiyanlığı ise, Ortaçağ Avrupa'sına damgasını vurmuş, barbar Avrupa toplumlarını birleştirmiş ama Avrupa'nın ayağa kalkmasına ciddî hiçbir katkıda bulunmamıştı. Vahye ve dolayısıyla insanın fıtratına müdahale ederek insanın özgür iradesini bastırdığı ve insanı Kilise Makinesi'nin ve Mülk'ünün kölesi yaptığı için, Rönesans ve Reformasyon süreçlerinden sonra tarihin ve hayatın dışına itilmişti.

Bugün, Kilise Hıristiyanlığı, Batı toplumlarında tamamen bitmiştir. O yüzden Vatikan ve diğer kiliseler, faaliyetlerini ağırlıklı olarak Latin Amerika, Afrika, Güneydoğu Asya ve Hindistan üzerinde yoğunlaştırmıştır. Ancak sonuç, bu coğrafyaların Hıristiyanlaştırılmasıyla birlikte kendi dinleriyle ve kültürleriyle ilişkilerini sıfırlamaları; postmodern küreselleşmeyle birlikte ise sefih seküler ve popüler Amerikan kültürünün zorla Hıristiyanlaştırılan bu coğrafyaların Hıristiyanlıkla ilişkilerini de koparması ve neo-seküler kültürün ürünü olan yepyeni paganizm biçimlerinin pıtrak gibi yaygınlaşması olmuştur.

Şu ân Batı'da hâkim olan tek bir din var: Neo-paganizm, yani yeni-putperestlik biçimleri. Sekülerliğin dölyatağını oluşturduğu, beslediği, büyüttüğü ve azmanlaştırdığı iki tür paganizm biçimi, Batı toplumlarını (ve dolayısıyla tüm dünyayı) tam bir kültürel ve zihinsel çözülmenin ve manevî çürümenin eşiğine getirip bırakmıştır. Birinci neo-paganizm biçimi, gnostisizm'dir: Hâlâ bilimi, aklı ve insanı putlaştıran, Tanrı'nın varlığının ve yokluğunun bir anlam ifade etmediği bir seküler din'dir.

İkincisi de, bilimin gayr-ı meşrû çocuğu tahripkâr, uyuzlaştırıcı ve dünyanın sorunlarına duyarsızlaştırıcı teknolojiyi ve kültür, medya, spor, müzik, internet ve eğlence endüstrisini kutsayan, putlaştıran; tekno-cinlerden, perilerden, büyülerden ve büyücülerden medet uman agnostisizm'dir.

Sekülerlik, bu dünyayı mutlaklaştırmış; insanı da bu dünyanın kralı ve tanrısı ilan ederek Tanrı'yı hayattan kovmuştur. Tanrı'sız bir dünya, kaçınılmaz olarak agnostisizm ve gnostisizm biçimlerinde tezahür eden; insanın, dünyaya ve diğer insanlara hâkim olmasını sağlayan; gücü ve güç üreten parayı, iktidarı, bilimi, teknolojiyi yani araçları ve insanın gemlenemez arzularını, içgüdülerini putlaştırdığı ve sonuçta gücün, araçların, arzularının ve içgüdülerinin kölesi olduğu bir dünyadır: Böylesi bir dünyada, elbette ki, "insan insanın kurdu" olacaktır. Batılılar, bu neo-pagan kültürü ve dini dünyaya hızla yayıyorlar ve böylelikle dünyadaki tüm diğer kültürleri düzleştirerek fosilleştiriyor ve yavaş-ölüme mahkûm ediyorlar.

O yüzden, çağımızın en temel sorunu, tek bir kültürün, dünya üzerinde tek başına hükümfermâ olma savaşı vermesidir: Yani Batı kültürünün, dünyadaki tüm diğer kültürleri çözmesi, düzleştirmesi, fosilleştirerek etkisiz hâle getirmesi; daha da ileri giderek diğer kültürlere varolma, kendi varlık, insan, gerçeklik ve Tanrı kavrayışları doğrultusunda kendi dünyalarını kurma ve yaşatma imkânlarını handiyse inkâr ve hatta iptal etme kavgasına soyunmasıdır.

Bugün Türkiye'de de, Madagaskar'da da veya herhangi bir Latin Amerika ülkesinde yaşanan temel sorunların da en temel sebepleri burada gizlidir.

Oysa dünyada tek bir kültürün (Batı kültürünün) hâkim kılınmaya çalışılması, son derece anormal bir şeydir ve bilebildiğimiz yazılı-kayıtlı insanlık tarihinde yaşanmamış, hiçbir zaman tanık olunmamış nev-zuhur bir durumdur. Bu durumun, birbirinden farklı kültürlere, dolayısıyla dinlere mensup çok-kültürlü bir dünya algısını yok sayan, yok eden; sadece saldırganlıklar, adaletsizlikler, haksızlıklar, hukuksuzluklar ve savaşlar üreten, yalnızca insan türünün varlığı ve geleceği açısından değil, tüm varlıkların, doğanın, denizaltı dünyasının varlığı ve geleceği açısından da her türlü barbarlığı meşrûlaştıran son derece tehlikeli bir durum olduğunu görmek gerekiyor.

Sonuç: Asıl sorun misyonerlik değil; misyonerlerin kolaylıkla cirit atmalarına yol açan sefih, seküler ve neo-pagan Batı kültürünün hızla yaygınlaştırılması ve bu saldırgan ve çözücü kültürün karşısında dimdik duracak yegane dinamik olan İslâmî kimliğin ve duyarlıkların güçlendirilmek yerine yerle bir edilmesi gibi bir aymazlık içinde olunmasıdır.


23 Ağustos 2004
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED