AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
||
|
|
Doğrunun peşindeyiz...
Teknoloji çok gelişti, konuşmalarınız istendiği taktirde kolayca dinlenebiliyor. İki dost başbaşa vermiş gözlerden uzak sohbet ettiğinizi sanıyorsunuz; oysa kilometre ötede konuşlanmış birileri 'zoomlu' mikrofonlarla konuştuklarınızı dinleyebiliyor... Cep telefonunuz var ya cep telefonunuz, kapalıyken bile uzaktan kumandalı bir dinleme cihazına dönüşebiliyor; ruhunuz duymadan bulunduğunuz yerdeki bütün konuşmalar kayda geçiyor... Teknolojinin olağanüstü pahalı olduğu günlerde bile devletin bazı örgütlerinin elinde vardı; şimdi ucuzlayınca her meraklının oyuncağı haline dönüşüverdi dinleme cihazları... Kimi güçlü tarayıcılar kullanarak kimi daha doğrudan yöntemlerle, nefes alışlarımızı izleyebiliyor. Bilgisayarlar da dinlenilenleri metne dönüştürüp çapraz aramalara müsait hale getiriyor. Ayrıca, dinlemeye alınan kişilerin konuşmalarındaki 'sıradışı' sözleri ayırmada da bilgisayar çok işe yarıyor... Benim bildiğim şu: Bu ülkede her kurum herkesi dinliyor, amatör dinleyiciler de cabası... Paranoyak olmak için yeterince sebep var ve bu durum da insanların akıl sağlığını tehdit ediyor. Eskiden 'komplocu' diye adı çıkmak bir yazarı bitirirdi, şimdi aklı başında bilinen meslektaşlar ciddi ciddi 'komplocu' yazılar kaleme alıyorlar... Oktay Ekşi'nin 'komploculuk' ile irtibatı zor kurulabilir. Yargıtay ile MİT arasındaki çekişmeden o kadar şaşırmış ki Oktay Ekşi, kendisinden başka kimsenin aklına gelmeyen bir 'sebebe' bağlamış olup-biteni: "Tüm bu yaşadıklarımız bir senaryonun uygulanmakta olduğunu, medyanın da bu bağlamda kullanıldığını gösteriyor." Hürriyet başyazarı, senaryonun 'gündem değiştirme' amaçlı olduğu kanaatinde. Şunları söylüyor: "Yayınların her tarafından, bunların tek merkezden verildiği anlaşılıyor. / Zaten her gün olayın bir parçası yayınlanıyor. Üstelik yayınlanan bölüm hakkında ilgili kişi (örneğin Yargıtay Başkanı veya MİT Müsteşarı) bir şeyler söyledikten hemen sonra, o sözleri tekzip eden bir belge ortaya çıkıyor. / Doğrusu mükemmel bir kamuoyu oluşturma tekniği. / Tanrı biliyor ya aklımıza, George W.Bush'un Irak'a saldırmadan bir yıl önceden itibaren başta ABD medyası olmak üzere tüm dünya medyasını kullanarak oluşturduğu kamuoyu örneği geliyor. / Anlaşılan bizimkiler de dersi iyi öğrenmişler." O açıkça yazmamış, ama okuyunca, 'senaryo'yu hükümetin yazdığına inandığını anlıyorsunuz... Yavuz Donat Ankara bürokrasisini iyi tanır. Onun dikkat çektiği noktaya 'komplo' denemez, ama yine de olup bitenlere bir de o gözle bakmaya yarıyor. Yargı câmiasının içinde çeşitli gruplaşmalar olduğu önemli bir tespit. "Yargıtay'da 'çeşitli gruplar' var. / 'Hemşehrilik dengeleri' var. 'Orta Anadolu Lobisi' var. 'Doğu' ve 'Güneydoğu' kümelenmeleri var. / 'Din unsuru' var. / Ve saymadığımız 'başka faktörler' var. / Ancak bunların hiçbirinin toplam oyu 'başkan seçmeye yetmiyor.' / Başkan olmak için 'bütün gruplardan... Lobilerden... Faktörlerden' oy almak gerekiyor." Sabah yazarının yazdıklarından üç ay sonra emekli olacak Eraslan Özkaya'nın koltuğunun bu kargaşaya sebep olduğu düşünülebiliyor... Eraslan Özkaya'nın 'Orta Anadolu'dan, Hacı Bektaşlı olduğunu kayda geçiriyor Donat... Bir başka Sabah yazarının da tespitine kulak vermekte yarar görüyorum; gazetesini ABD'de temsil ederken Ankara temsilciliğine atanan Aslı Aydıntaşbaş'ın... Kargaşayı ilginç biçimde açmış 'Derin aktörler' başlıklı yazısında. Ankaralı gazetecilerin bildiklerinin ancak yüzde 20'sini yazdıklarını hatırlatmış bir 'dostu'; "Ankara'da bilmek yazmaktan daha önemli" diyerek... Aydıntaşbaş'ın son gürültüyü eski bir kavgaya, 'MİT ile İstanbul çıkışlı Emniyet arasındaki çatışmaya' bağlama eğiliminde olduğunu hissediyoruz. Kendini tutamayıp 'yazmaması gereken' yüzde 80'ini de geçirmiş yazısına: "Her ne kadar şu aralar Ankara'da bir çok kişi, Emniyet Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele daire başkanı Hanefi Avcı'yı Çakıcı'yla mücadelenin 'gizli kahramanı' olarak görüyor olsa da, 'bireyler kurum, kurumlar devletin kendisi' demek değil." Sizi bilmem de, ben özellikle iki kişinin yorumunu bekledim bu konuyla ilgili olarak. Mehmet Eymür ortadaki sorulara cevap vermek yerine kendi sorularını sordu: "Atasagun'u kimler niçin yıpratmak istiyor? Kimler 'bu adamı kızdırırız, küstürürüz, çeker gider' diye düşünüyor? Bir devlet memuru olan Atasagun'un görevinde kalıp kalmaması kendi arzusuna mı bağlı? Atasagun bu sözlerle kime, nasıl bir mesaj gönderiyor. Bir zamanlar Amerika'da çok şey bildiği için başkanların görevden alamadığı ve 48 yıl Federal Araştırma Bürosu'nun (FBI) başında kalan J. Edgar Hoover'i kendisine örnek mi alıyor?" Mahir Kaynak ise krizin 'bazı tesadüflerin yanyana gelmesiyle oluşan bir resme benzemediği' kanaatinde. Amaçlanan ise, 'siyasî sonuç almak' ona göre. Şöyle diyor: "Bürokrasinin ve yargının siyasette kullanılmasının kimseye faydası yoktur. Bunları kullananların bir gün aynı şeyle karşılaşmaları kaçınılmazdır. Bugünkü olayın arkasındakiler kirliliği temizlemek peşinde değiller. Bir karanlığı başka bir karanlıkla örtmeye çalışıyorlar." Herkesin kafası karışık, görüyorsunuz... Biz yine de doğrunun peşindeyiz.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |