AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
||
|
|
Milli Eğitim'den başlayalım (3)
Dün aktarmıştım; Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Prof. Ziya Selçuk (yeri gelmişken sorayım: İşe bu "Kurul"un adını değiştirerek başlanamaz mı acaba, bu zamanda "talim" mi kaldı?) yeni "İlköğretim Müfredatı" hakkında bilgi verirken kendilerine yol gösteren şu iki ilkeye de işaret ediyordu: "Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda Atatürk'ün çizdiği vizyonu esas almak," ve "Anayasal ve yasal çerçevede öngörülen insan yetiştirme modelini dikkate almak." Dünkü yazıda, bu ilkeleri aktarıp hemen sormuştum da: Çerçeve eğer "bu çerçeve" ise, "yeni müfredat" da nereden çıktı?! Biliyorsunuz, "Atatürk'ün çizdiği vizyon" meselesi zaten tek başına büyük bir tartışma konusudur. Bu formülün içeriği nasıl doldurulacaktır, bu "vizyon" kim tarafından ve nasıl tarif edilecektir, söz konusu "vizyon" külliyen mi yoksa kısmen mi örnek alınacaktır (...) yani üzerinde herkesin uzlaşabileceği tek bir cevabı olmayan bir sürü soru.... Yeni "İlköğretim Müfredatı"nın takdimi sırasında (yine bu "vizyon"a atıf çerçevesinde olsa gerek) Mustafa Kemal'in "milli eğitim"e ilişkin 1921 yılında toplanan Maarif Kongresi'nde öğretmenlere seslenirken sarfettiği bazı sözlerin öne çıkarıldığına da şahit olduk. Nitekim bu sözleri 11 Ağustos'da yaptığı konuşmada Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de hatırlattı. Doğrusu ben, henüz Atatürk olmayan Mustafa Kemal'in MEB'in internet sitesinde de özel bir yer ayrılan bu sözlerinin "yeni müfredat"a nasıl olup da subasman oluşturabildiğini hâlâ anlamış değilim... Hem de içinde "küreselleşme" sözcüğünün bolca geçtiği bir takdim kampanyasında... Mustafa Kemal'in 1921'de Maarif Kongresi'nde öğretmenlere hitaben sarfettiği sözler şöyle: "Bugüne kadar izlenen eğitim ve öğretim yöntemlerinin, milletimizin gerileme tarihinde en önemli etken olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli eğitim programından bahsederken eski devrin hurafelerinden, toplumsal yapımızla hiç de ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, Doğu'dan ve Batı'dan gelebilen tüm etkenlerden tamamen uzak milli özelliklerimizle ve tarihimizle bağdaşabilen bir kültürü kastediyorum." Görüyorsunuz, Mustafa Kemal 1921'de neredeyse bugün Hüseyin Çelik'in arkada bırakmak istediği bir "milli eğitim programı"nı tarif ediyor! "Toplumsal yapımızla ilgisi olmayan yabıncı fikirler", "Doğu'dan ve Batı'dan gelebilen tüm etkenlerden tamamen uzak milli özelliklerimizle ve tarihimizle başdaşabilen bir kültür"; sıralanan bu özelliklere sahip bir milli eğitim programını bugün sahiplenebilmek mümkün mü? "Yabancı" olan her türden fikre kapalı, Doğu'dan ve Batı'dan gelebilecek tüm etkenleri saf dışı bırakan, tamamen içine kapalı, kendi yağıyla kavrulan (otorşik) bir kültür dünyası.... "Küreselleşme" ile yatılıp kalkılan bugünün dünyasında rehber alınabilecek ilkeler midir bunlar? Gelelim, Prof. Ziya Selçuk'un açıkladığı ikinci ilkeye, yani "Anayasal ve yasal çerçevede öngörülen insan yetiştirme modeli"nin dikkate alınmasına. Sizi bilmem ama ben herşeyden önce ilkede adı geçen "model"e uygun bulunan isimden rahatsız oldum. "İnsan yetiştirme modeli"? Değerli bir eğitimci olan Prof. Selçuk keşke modelin ismini böyle koymasaydı. Çünkü bu isim bana gecikmeden "İnek yetiştirme modeli" gibi modelleri çağrıştırıyor. Çünkü -Prof. Selçuk'un pekçoğumuzdan daha iyi bildiği gibi- günümüzde eğitim-öğretim sistemlerinin gerçekten yeni "müfredatları"nın amacı çocuk ve gençleri "inek" yetiştirir gibi "yetiştirmek" değil, çocuğun ve gencin "kendisini yetiştirmesi-geliştirmesi"ne, "kendisini keşfetmesine" yardımcı olmak değil midir? Neyse, bu konuyu daha fazla uzatmadan geçelim "dikkate alınacak" olan "Anayasal ve yasal çerçeve"ye: İsterseniz "yasal çerçeve"yi şimdilik bir kenara koyup, bugün için açalım önümüze "Anayasal çerçevi"yi: Anayasa'nın "Eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi" başlıklı (niçin "ödev"se!) 42. maddesinde ülkedeki eğitim ve öğretimin amacı şöyle tanımlanıyor: "Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetimi ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasa'ya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz." Ancak biliyorsunuz; eğitim ve öğretime 42. maddede tarif edildiği gibi bir yol çizmek bugünün "küreşelleşen" dünyasında Kuzey Kore ya da Çin gibi bir iki ülke dışında kitaba uygun bir yöntem olarak kabul edilmiyor... "Eğitim ve öğretim hürriyeti" gibi çocukların ve gençlerin kendilerini olabildiği kadar geliştirmesine yardımcı olmak için tasarlanan bir hürriyetin çocukları ve gençleri daha baştan "borçlu" çıkartmasına da hemen hiç rastlanmıyor... Siz söyleyin; daha baştan "borçlu" çıkarılmış çocuklarımız ve gençlerimizin derdine ortaya konan "yeni müfredat" ne derece derman olabilir?! Devamı yarına....
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |