AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bozuk sistemin doğal uzantıları

Yargıtay Başkanı ile MİT Müsteşarı olayı

Geçen hafta, basınımızın manşetlerini kaplayan konu, Yargıtay Başkanı, MİT Müsteşarı ve Çakıcı üçgeni arasında cereyan eden olaydan ibaretti. Bu konuda o kadar haklı ve güzel yazılar yazıldı ki, aynı konuyu işlemek bizim için bir cesaret meselesi olmaktadır.

Biz bu olayın cereyan tarzından çok, bu olayı doğuran sosyal atmosfere bir göz atmak istiyoruz. Alaattin Çakıcı kimdir? Bazılarına göre sicilli bir suçlu, bazılarına göre de bir vatan kahramanıdır.

Öyle bir kahramandır ki, tabancasını çekerek, Ermeni terörünün elebaşlarını yola getirmiştir. Ara sıra da kanunsuz işler yapmaktaysa da, helal olsun. Yaptığı büyük vatanperverlik karşılığı, bu gibi küçük kabahatleri de hoş görülmelidir.

Çakıcı birçoklarının gözünde, bir "Roben Hood'tur. Yani daima haklının yanında olan, zenginden alıp fakire dağıtan, haksızdan alıp, haklıya veren bir kişidir. Çakıcı'nın bu imajı kazanmasında, medyanın rolü çok büyük olmuştur. Her taşın altında Çakıcı'nın varlığının iddia edilmesi ona esrarengiz bir güç vermiştir.

Çakıcının asıl gücü

Ancak Çakıcı'nın gücü sadece buradan gelmemektedir. Çakıcı bu toplumun ihtiyaç duyduğu bir tiptir. İşte onun gücü bundan gelmektedir.

Bir ülke düşününüz ki, vatandaşların kanaatine göre, polisi, jandarması onun emniyetini korumaktan acizdir. Bir ülke düşününüz ki, zorbalar, "haydi git şikâyet et" diye kabadayılık yapmaktadır. Bir kimseden alacağınız vardır. Alacaklınız size, "istersen icraya ver" demekte ve bu beyan bir tehdit anlamına gelmektedir.

Hak sahipleri mahkemeler önünde sürünmektedir. Açılan davalar ya uzamakta veya verilen haksız kararların tartışılması yasaklanmaktadır. Bu adaletsizliği önlemek için bazı vatandaşların gözünde bir tek yol vardır: "Bizzat ihkak-ı hak" yani kendi hakkını, bilek veya silah zoruyla almak.

İşte bu yolda başvurulacak en güzel isim, "Çakıcı" veya onun gibi kişilerdir.

Asıl tehlike

Konunun tehlikeli bir yönü de şudur. Türkiye o hale gelmiştir ki, haksızlıkları, yolsuzlukları gören birçok genç, birer Çakıcı olmak veya bir Çakıcı bulmak arzusundadır. Bir avukat arkadaşımızın anlattığı çok taze bir olay var.

"Bir gayrimenkul davası uzayıp gitmektedir. Hak sahipleriyle strateji belirlemek için yapılan müzakerelerde, davaya taraf olan gençlerden birisi, 'Benim bir tanıdığım var. Çakıcı'nın çok yakın dostu. İsterseniz konuyu ona anlatalım' diye teklif getirmiştir.

Bu teklife herkes karşı çıkınca, başka bir genç, 'ne uğraşıp duruyorsunuz, bu işin halli 15 milyar liraya bağlı' deyivermiş. Nasıl diye sorulduğunda, 'etrafımız tetikçilerle doludur... Piyasa buraya kadar düştü. Bana yetki verin ben bunu halledeyim' demiştir."

İşin asıl feci olan yönü budur. Gençlerin kafasına, haklarını alabilmek için, ya Çakıcı olmak veya onu bulmak fikrinin yerleşmiş olmasıdır. Vatandaşın devlete olan güveni kalmamıştır. Meşru yollardan ne haklarını koruyacağına ve ne de haklarını alabileceğine inanmaktadır.

Yüksek yargının başında bulunanları, bakanları, yüksek dereceli bürokratları dinleyiniz. Hepsi, kendilerin emrindeki veya düzeltmek zorunda oldukları kimselerden şikâyet etmektedir. "Hâkimler vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışmıştır" ifadesi bunlardan sadece bir tanesidir. Yani, devlet, devleti şikâyet etmektedir.

Bu durumda vatandaş devlete nasıl güvensin. Ya tetikçi tutarak işini halledecek veya bir besmele çekip işi Allah'a havale edecektir.

Emekli bir hakimin anlattıkları

Emekli bir Anayasa Mahkemesi üyesi, bir otobüsle seyahat ediyordu. Yolcular kendi aralarında hâkimlere nasıl rüşvet verdiklerinden, nasıl sonuç aldıklarından bahsedip duruyorlardı. Söylenenlerin belki çoğu birer iftira idi. Bir ara emekli hâkimin yanında oturan kişi, "beyefendi sen ne iş yaparsın", diye sormuş.

Emekli hâkim bize bunu anlatırken şunu söylüyordu:

-Hâkimler hakkında anlattıklarına otobüstekiler öyle inanmışlardı ki, kendimde "bunlar yalandır" demek cesaretini bulamadım. Emekli bir hâkimim demeye de utandım. "Emekli bir zabıt kâtibiyim" deyiverdim.

Asıl ceza

Günlük gazetelerimizin yayınlarından sonra, adı geçen yargı mensupları cezalandırılır mı bilemiyoruz. Ancak, yüksek makamda bulunanlar ve bilhassa hâkimler için verilecek en büyük ceza, saygınlığını kaybetmesidir.

Yüksek mevkilerde bulunanların itibar kaybetmesinin ne ifade ettiğini bir politikacı olarak çok iyi biliriz. Bir ara milletvekilliği öyle itibar kaybetmişti ki, hüviyet yoklamalarında, TBMM'nin verdiği kimlik yerine avukatlık kimliğimizi veya sarı basın kartımızı göstermek zorunda kaldık.

Dürüstlük yürüyüşten bile belli olur

Caddeden geçerken dikkatle bakınız. Suiistimal yapmış bir hâkimle, dürüst bir hâkimin sokakta yürüyüşü, adım atışları bile farklıdır. İşte hâkimlik mesleğinin özelliği budur. Başkaları üzerindeki tonlarca pislik göze batmaz amma, hâkimler üzerindeki sinek pisliğini herkes görür.

Bir ülkede köşe yazarları, "avukat tutma hâkim tut" diye yazabiliyorsa...

Daha da ileri giderek, "hâkim de tutma, mafya tut" denilebiliyorsa, yetkililerin bu konuya dikkatle eğilmeleri gerekir. Konuyu, "yüksek yargıyı yıpratmak" gibi bir perde arkasına saklamaya çalışmak, hukuka, yargıya gölge düşürür.

Unutulmamalıdır ki, hâkimler de herkes kadar hukuka muhtaç olabilirler.

AL SANA BİR KAYA

Cennet'te tetikçi yok ki...

Adamcağızın bir tanesinin bir tarla davası varmış. Dava celseden celseye uzuyor, arada haksız kararlar veriliyormuş. Adam dindar birisi olduğu için, celsenin her uzatılışında veya haksız ara kararları verilişinde, dua ediyor ve "Yarabbi ben bu işi 'mahkeme-i kübra'ya havale ettim" diyormuş. Dava bitmeden, adamcağız vefat etmiş.

Adam ameli salih olduğundan, onu Cennet'e yollamışlar. Onun kafası hep, Allah'a havale ettiği davadaymış. Bir gün meleklere, "yüce mahkeme" nerededir diye sormuş. Ona göstermişler.

Mahkemeye varmış ki, aksakallı, nur yüzlü bir ihtiyar, hâkim kürsüsüne oturmuş önündeki davalara bakıyor. Yanına yaklaşmış ve çekinerek:

-Efendim, dünyada iken sana havale ettiğim bir davam vardı. Onun durumunu öğrenmeye geldim.

Hâkim, davanın dosya numarasını sormuş ve arkasından önündeki dava listesine bakmış:

-Evet, senin davan bize gelmiş. Filan sayıda kayıtlı, biz şimdi senden evvel bize havale edilen dosyalara bakıyoruz. Sırası gelince sizin davanıza da bakacağız.

Adamcağız sormuş:-

-Efendim bizim davalara ne zaman sıra gelir?

Hâkim cevap vermiş:

- Allah bilir...

Adamcağız bu cevabı duyunca saçını, başını yolmaya başlamış:

-Eyvaahh... Dünyadaki hâkim de bana bunu söylemişti. Dünyada iken istesem mafya veya tetikçi bulabilirdim. Ben şimdi ne yapacağım. Cennet'te tetikçi bulamam ki...

NEREYE DAYARSAN DAYA


23 Ağustos 2004
Pazartesi
 
CEVDET AKÇALI


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED