AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Kısıtlılık psikolojisi

"Kısıtlılık psikolojisi" hükümeti ne kadar etkiliyor? Bu soru gittikçe daha çok önem kazanıyor.

Cumartesi günü bir tıp doçenti aradı. Profesörlük süresinin dolmasına bir yıl vardı ve endişeliydi. Mesleğinde son derece başarılıydı, bugüne kadar tüm sınavlarda üstün başarı göstermişti, ama profesörlük kadrosu verileceğinden emin değildi, çünkü bu işlerde ideolojik yandaşlık dahil pekçok unsur devreye girmekteydi. İktidarın YÖK meselesini eline yüzüne bulaştırdığından şikayetçiydi. "Acaba YÖK yeniden gündeme gelir miydi, bir reform mümkün müydü?" Ümit taşımıyor ve kırgınlığını dile getiriyordu. Bu psikolojiyi, iktidara oy vermiş pekçok insanın paylaştığını görüyorum.

....

Cumhuriyet gazetesinin dünkü baş yazısı "Kaş ve Göz" başlığını taşıyordu. Yazı eski başbakanlardan Refik Saydam'a atfedilen "Bu memlekette A'dan Z'ye her şey bozuktur" sözüyle başlıyor, oradan günümüzdeki "topyekün reform ihtiyacı"na geliyor, ancak mevcut hükümetin "takıyyeci" diye anıldığına, onun için hükümete güvenilemeyeceğine temas ediyor ve bunun bir "talihsizlik" olduğunu ifade ederek "Kaş yapalım derken göz çıkarmayalım" diyor, böylece zımnen de olsa reform falan istenmemesi gerektiğini seslendirmiş oluyor.

Yani özet şu: Her şey bozuk, köklü reformlara ihtiyaç var, ama bunu bu hükümet yapmamalı... Çünkü üzerinde "takıyyeci" damgası var.

.....

Evet, Türkiye'nin köklü reformlara ihtiyacı bulunduğu, el atılan her şeyin elde kalmasıyla açık seçik görülüyor.

Son tartışma, her şeyden önce Yargı açısından da, MİT açısından da bir reformun kaçınılmazlığını ortaya koyuyor.

Bu alanda asıl inisiyatifin hükümet ve, Millet Meclisi'nde olmasından daha tabii bir şey olmaması gerekir.

Peki hükümet, bu alanda köklü bir reform paketi ile ortaya çıkma inisiyatifi gösteriyor mu?

Göstermiyor, hükümetin tavrı, daha çok izleyici konumunda gözüküyor.

Neden?

Olan bitenlerin yasal çerçeve itibariyle hükümeti ilgilendirmediği kanaatiyle mi, yoksa "başka bir sebep"le mi?

"Yargı alanı"nın bağımsızlığının hükümetin adım atmasını engellediği düşüncesi kısmi haklılık taşısa bile, o alanda bile düzenlemenin "Yasama" yoluyla yapılacağı açık olduğuna ve Yasama alanında da hükümetin inisiyatif kullanacağı bilindiğine göre, bu yaklaşım bile "başka sebepler"in örtüsü olabilir. Kaldı ki MİT alanında, inisiyatif tamamen hükümetin elindedir.

O zaman "başka sebeb"in üzerinde durmak gerekiyor.

Ben ona "kısıtlılık psikolojisi" diyorum.

Cumhuriyet'in başyazısında yer alan ve bir kesim tarafından da paylaşılan hükümet üzerine yapıştırılmış "takıyyeci" suçlaması, hükümetin iktidar psikolojisini sanıldığından çok etkiliyor. Bir hükümetin, kendi icraatını ortaya koyarken "Acaba kamuoyu tarafından nasıl algılanır?" kaygısı taşıması normal, hatta gerekli. Ama bu duyarlılık, hem kamuoyunun bir kesiminin ambargosu altına girmiş hem de, zaruri reformları devreye sokmayı engelleyecek bir "kısıtlılık psikolojisi" haline dönüşmüşse, ortada iktidar adına ciddi bir zaaf oluşmuş demektir.

İktidar "gözaltında bir icraat" sürdürüyor izlenimi veriyor.

Denetleyemiyor, denetleniyor görüntüsü içinde... İktidar alanı sürekli daralan bir yapı...

Anayasa değişikliği... Cumhurbaşkanının statüsü... Yargı reformu... MİT'in ilişkileri... YÖK ve üniversite reformu... Eğitim reformu... Askeri alanın tanzimi...

Bunların her birinde köklü adımlar atılması ihtiyacı var ve hepsinde iktidarın da Meclis'in de en azından önemli ölçüde inisiyatif kullanması ve belirleyici olması gerekiyor. Ama hükümet adım atmak konusunda mütereddit davranıyor. Atılan adımlar da yeterince olgunlaşmadan atıldığı için geri püskürtmelerle karşılaşıyor ve o da kısıtlanmışlığı daha çok artırıyor.

AB ile ilişkiler çerçevesinde gerçekleştirilenler bir ölçüde bu değerlendirmenin dışında tutulabilir.

O alanda önemli adımlar atıldı ama onun bile iktidar psikolojisi açısından bir negatif yansıması ortaya çıkıyor. AB'ye karşı yumuşak karın oluşması, AB ile pazarlık gücünün azalması, kimlik deformasyonuna kapı aralanması ve içerde, reformların ancak dış dinamiklerle gerçekleşeceği, "milli irade"nin kıymet-i harbiyesinin sınırlılığı kanaati ve reformların yerli ihtiyaçlarla ilgisinin sorgulanması...

Geçen hafta ziyaretime gelen DYP lideri Mehmet Ağar ve Gen. Başkan Yardımcısı Celal Adan, "En olumsuz olan '367 milletvekili ile bile bir şey yapılamıyor, öyleyse sivil irade etkisiz' kanaatinin oluşmasıdır" demişlerdi. Bu değerlendirme, henüz herhangi bir oy kaymasına yol açıyor olmasa da AKP'ye oy veren kesimlerde bile zemin buluyor, bunu gözlüyorum.

"Kısıtlılık psikolojisi"nden kurtulmak, gözükara hamleler yapmak değildir, ama, iktidarın da basiretle yönlendirilen bir "iktidar"ı gerektirdiği inkar edilemez.


23 Ağustos 2004
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED