AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
||
|
|
Dolap beygirinin
hikâyesi
Anlaşılmak, anlaşılmamak, yanlış anlaşılmak... Bu sözcükleri "İfade herşeyden evvel faide ve istifade içindir" deyip açık kılmaya çalışmak gerekirdi; zira söz varsa, söz edilmişse, söz sarfedilmişse, muhatabın o sözü anlaması, o sözden bir fayda temin etmesi gerektiğini düşünürüz ki bu pek yanlış bir beklenti sayılmaz. Bir mektubu, çokluk içinde yazdığı, haber verdiği şeylerden dolayı önemsediğimiz doğru; lâkin bazen de içinde ne yazıldığına, hatta nasıl yazıldığına bakmayız da sadece kimden geldiğine dikkat ederiz. Gelmesidir önemli olan; zira gönderene değer verdiğimiz için, evet sırf bunun için, bir mektubun bize gönderilmiş olmasını yeterli buluruz. Öyle olur ki bazen günlerce zarfı açmayız, zarfın içine bakmaya kıyamayız, onu masamızın üstünde tutar seyrederiz; seyretmekten bile haz alırız; mazrufu merak etmediğimizden değil, okuma bilmemekten hiç değil, bilâkis gönderene değer verdiğimizden, gönderilmeye değer bulunduğumuzdan, mektubun gönderme ve gönderilme amacından dolayı böyle davranırız. "Niçin boş boş konuşup duruyorsun?" deniyorsa, bu, sırf söyleneni değil, söyleyeni de önemsemiyoruz, söyleyene değer vermiyoruz anlamına gelir. Söyleyene değer verirsek, zorunlu olarak söylenene de değer veririz. "Sen asıl söyleyene değil, söylenene bak!" sözü, söyleyene bakmayı beceremeyenleri kendine muhatab alıyor; "Söyleyene bakmayı beceremiyorsun, hiç değilse söylenen üzerinde düşün, sana ne dendiğini, ne denmek istendiğini anlamaya çalış" diyor. Ortada söz olmasa nereye, kime bakılacak? Sahibine bakmadıkça, sözüne baksak ne olacak? Anlamak, sözü anlamaktır, peki ya sözün sahibini anlamak?! Sözün sahibini, onun muradını, kasdını, ne demek istediğini anlamadıkça, ne dediğini, ne surette dediğini nasıl anlayabiliriz? Bazıları leğendeki suya (halka) bakıp mehtabı (hakkı) seyrederlermiş. Oysa Şems-i Tebrizî'nin dediği gibi demeli de, böylelerine "Ensende çıban mı var, başını niçin göğe çevirmiyorsun?" diye sormalı! Evet, zaman olur konuşur-dururuz; zaman olur söylenir-dururuz; konuştuğumuz ve durduğumuz, söylediğimiz ve durduğumuz için hem konuşur, hem söyleniriz, hatta durup söylediğimiz, durup durup söylendiğimiz için konuşur ve söyleniriz. Durmasak söyleyemeyiz, durmadan söyleyemeyiz. Bu nedenle bazen durur ve söyleriz, bazen söyler ve dururuz; lâkin durmadıkça ne söyleyebiliriz, ne de söylenebiliriz. Dinlemek için de durmak gerek, anlamak amacıyla durup dinlemek gerek! Konuşan değil, dinleyen de durmalı; evet, sadece söyleyen değil, söylenen de durmalı! Durmalı, durulmalı ki sözün özü görülmeli, sözden geçip öze ermeli! Sözün özünü, sözün kendisinde bulacaklarını sananlara ne diyebilirim ki?!? Sözün özü, sözün kendisinden çıktığı menbânın ta kendisidir; sözün sahibidir, hâsılı insandır. İnsana bakmalı, ona dikkat etmeli, ondan sadır olanlara onu görmek için tahammül etmeli. Yeri gelmişken Halikarnas Balıkçısı'ndan bir gözlem daha aktaralım: - "Ben Bodrum'da bahçede kuyudan havuza su çeken dolap beygirini seyrederdim. Gözleri kapalı iki saat dönüyordu. İki saat yürüdükten sonra, hayvan mutlaka Bodrum'dan Edirne'ye vardığını sanırdı. Gözleri açılınca aynı yerde olduğunu görürdü. Hayvanda şuur olsaydı nallarını dikerdi. Çok çalışkan hayvan (!) dönmüş dönmüş ve yirmi mil yürüdükten sonra dört adım bile ilerlememiş. Başkasının havuzunu doldurmuş, ticarethanede patronun kasasını dolduran memur gibi." (s. 134-135) Balıkçı, hayvancağızın boşuna döndüğünü; çünkü dönmesinin kendi işine yaramadığını, başkasının havuzunu doldurduğunu ve kendisine kalanın sadece yorgunluk olduğunu söylemeye çalışıyor. Allah'tan ne yaptığını bilmiyormuş, şuuru yokmuş, yaptığı işin farkında değilmiş; yoksa onca yol teptikten sonra yerinde saydığını farketseymiş, nalları dikermiş. Çünkü ilerlememiş, ilerleyememiş, öylesine boşu boşuna, hiç değilse kendi zaviyesinden boşu boşuna dönüp durmuş. Teşbihteki ihtişama kapılıp bu açıklamalara katılmak ne yazık ki elimden gelmiyor. Dolap beygirine acımak için, gizlice kendimi onun yerine koymam gerektiğini öğütleyen bu açık kılma denemeleri bendenizi ikna etmiyor da nedense fakirin aklına Bayezid-i Bistamî hazretlerinin bir sözünü getiriyor: - Kırk yıldır insanlara söz söylüyorum da onlar beni kendileriyle konuşuyor zannediyorlar. Sözün sahibine değer veren, sadece söze değil, kendine de değer vermiş olur; hele bir de ortada kendinden başkası yoksa! Not: "Keşf-i Kadîm: İmam Gazâlî'ye Dair" adlı eserim en nihayet Gelenek Yayınları'nca (212 - 531 41 40) neşrolundu. Bu toprakların çocuklarına vasiyetimdir, önce dursunlar, sonra okusunlar! Çünkü anlamak için durmak gerek!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |