![]() |
![]() |
![]() |
![]()
|
![]() |
![]() |
|
![]() |
![]() Cumhuriyet'teki "Bakan Mumcu: Bütün okullara fotoğrafım asılsın" haberini değerlendiren bir yorumdan: "Cumhuriyet'in temel değerlerini tahribe yönelik bir eylem..."
"Cumhuriyet'in temel değerlerini tahrip eden" şeylerin listesinin epeyce kalabalık olduğu hepimizin malûmu... Listenin başına türban ve Kürtçe'yi koymak lazım. Tabii Mümtaz Hoca'nın ünlü "Demokrasi Cumhuriyet'i öldürüyor" vecizesinden mülhem "demokrasi"yi de listenin bir yerlerine eklemek gerekir... Fakat Cumhuriyet'in (5 Şubat) bir haberinden anlıyoruz ki, politikacıların ve devlet adamlarının "densizlik"lerini de unutmamak gerekiyor... Önce isterseniz, bu tuhaf sonucun çıktığı habere bir göz atalım. Sadece Cumhuriyet'te, yan manşetten yayımlanan haber şöyle: "Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu'dan şaşırtan genelge... FOTOĞRAFIM OKULLARA ASILSIN... Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu, fotoğrafının okullara asılması için il milli eğitim müdürlüklerine yazı gönderdi. Mumcu'nun daha önce fotoğrafını posta yoluyla gönderdiği, yeni fotoğrafının ise önümüzeki günlerde CD halinde gönderileceği belirtildi..." Bu ilginç haberin altından muhtemelen bir "bürokrasi işgüzarlığı" çıkacak gibi geliyor bize. Çünkü haberin "içinden" anlıyoruz ki, genelgeyi, birinci sayfada defalarca tekrar edildiği gibi bakanın kendisi değil, "Milli Eğitim Bakanlığı" göndermiştir. (ARA NOT: Bu yazı, haberin Cumhuriyet'te yayımlandığının ertesi günü için kaleme alınmıştı, ama "gündem" çok yüklü olduğu için, sayfamızda kendisine yer bulamadı ve bugüne sarktı... Dolayısıyla, 6 Şubat'ta Cumhuriyet'in devam haberinde yer alan şu ibareyi de buraya eklemek gerekiyor: "Milli Eğitim Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği'nce, dün gazetemizde Bakan Mumcu hakkında çıkan haberle ilgili olarak yapılan açıklamada, 'Uygulamanın yeni başlatılmadığı, fotoğrafların gönderilmesi işleminin de Mumcu'nun bilgisi dışında yürütülen bürokratik bir işlem olduğu' öne sürüldü.") Fakat meselemiz bu değil, yakında anlarız gerçek durumu. Biz, gazetenin yazdığı gibi, genelgeyi bakanın gönderdiğini ya da en azından durumdan haberdar olduğunu kabul edelim... Şimdi bu davranışı hangi kelimelerle tanımlarsınız? "Densizlik", "ayıp", böyle kelimelerle değil mi? Peki siz, bu davranışta (da) "Cumhuriyet'e karşı" bir şeyler bulur musunuz? Sizi bilmeyiz ama, "Eğit-Der Genel Başkanı Kasım Koç" başarabilmiş bunu... Cumhuriyet, Koç'un tepkisini şöyle aktarıyor: "Bu basit bir olay değil, Cumhuriyet'in milli eğitiminin başına yakışmayan bir şahsın, Cumhuriyet'in temel değerlerini tahribe yönelik bir çabasıdır." Gazeteciye burada düşen, demeç sahibine "Nasıl yani? Bu görüşünüzü biraz açar mısınız?" diye sormak değil midir? Ne kadar safça bir soru değil mi? Demeci "Cumhuriyet'e karşı" ara başlığıyla habere yerleştirmek varken, aklımıza gelen soruya bakın siz. "Nasıl yani?"ymiş! (A.G.)
Güldemir, kimden 'fosforlu külot' yazıları istedi?
Tufan Türenç, Hakan Aygün, Doğan Hızlan'dan sonra Radikal'den Hakkı Devrim de (5 Şubat) "Mutfak sırlarının ifşa edilmesinin meslek etiğine sığmadığını" yazdı. Biz ise farklı düşünüyoruz biliyorsunuz: Tuncay Özkan'ın açtığı "Mutfak sırlarını ifşa" yoluna döşenen her yeni taşa "eyvallah" diyeceğimizi daha önce söylemiştik. Gerekçemizi bir daha hatırlayalım: "Böylece ne derece kirli bir dünyanın okurları olduğumuzu daha iyi anlıyoruz..." Bu girişi, sizi yeni bir "mutfak sırrı"yla tanıştırmaya hazırlık olsun diye yaptık... Yeni "sır", Kronik Medya'da (5 Şubat) özetini aktardığımız bir "aile içi Habertürk tartışması"nın sonucunda çıktı gün yüzüne... Tartışma, Habertürk'ün eki "Gecce"nin yeni yazarlarından birinin gazetenin birinci sayfasında anons edilmesiyle başladı. "Deniz Akkaya'dan sonra seksi oyuncu Arzu Yanardağ da gazeteci-yazarlığa soyundu" anonsu, gazetenin yazarlarından Hayrullah Mahmud'un tepkisini çekmiş, 3 Şubat'ta "Bu meslek bu kadar ayağa mı düştü?" başlıklı bir yazıyla Yanardağ'ın yazarlığına itiraz etmişti. Yanardağ, 4 Şubat'ta, hem de Habertürk'te kendisine ayrılan yarım sayfayla cevap verdi Mahmud'a: "Bana ahlak dersi veriyorsunuz ama unutmayın, Sabah'ta yazarken 'Korcan Karar'ın fantezi fosforlu külodu' yazınız yayımlanmadı ve gazeteden kovuldunuz.." 5 Şubat'ta ise bu kez Hayrullah Mahmud'un cevabı geldi. Ayrıntılarla kafanızı şişirmeyeceğiz. Fakat şu satırlardan sizin de haberiniz olsun istedik: "Ufuk Güldemir, 'Habertürk'te Korcan Karar yazısı gibi yazılar yazmanı istiyorum' dediğinde, 'Hayır yazmam, nedenini başka zaman açıklarım. Ama hiç endişe etmeyin, kalemin hakkını veririm' dedim." Unutmadan onu da söyleyelim: Hayrullah Mahmud, bir "meslek şakası" olarak kaleme aldığını söylediği o yazıdan şimdi çok pişman, yazısında bunu özellikle belirtiyor. Fakat görüyorsunuz, gazetesinin çıktığı gün "Avrupa Birliği'ne aday bir ülkenin gazetesini değil, Avrupa Birliği üyesi bir ülkenin gazetesini çıkaracağım" vaadinde bulunan Habertürk patronu, "pişmanlık" ne kelime, "daha çok, daha çok Korcan Karar haberi" peşindeymiş meğer... (A.G.)
Serpil Yılmaz aynı zamanda dikkatli bir okur
Milliyet'ten Serpil Yılmaz'ın "Şener'den savaşa olumlu bakış" (6 Şubat) başlıklı yazısından: "Tayyip Erdoğan'ın yanından ayrılmayan Siyasi Danışmanı ve AKP milletvekili Ömer Çelik'in Star gazetesindeki yazılarını takip edenler ise 'Saddam'sız Irak' tezini işlediğini görürler. Erdoğan'ın 'Türkiye bu denklemin dışında kalmamalı' sözleriyle, grubundan destek istediği günlerde, Çelik 'son ve tek hamle' diye, Saddam'sız Irak için Meclis'in savaş kararı kartını açması gerektiğini yazıyordu. Saddam'ın ancak böyle bir kararlılık karşısında Irak'ı terkedebileceğini söyleyen Çelik, barış şansını 'savaş kararına' bağlıyordu. (...) Şener, Capıtal dergisinin bu ayki sayısında savaş ekonomisi ile ilgili görüşlerini şöyle açıklıyor: 'Bizi ilgilendiren tarihi savaşların Osmanlı ekonomisine etkileri ile ilgili makaleler yazdım. (...) Osmanlı ekonomisinin en canlı olduğu dönem, 1. Dünya Savaşı yıllarıydı. Toparlanamayan, özel girişimciliğin önünü açamayan Osmanlı'da, reform girişimlerinin de başarısız olduğu ortamda, savaş dolayısıyla çok sayıda yeni şirket ve çok sayıda banka kurulmuş. Savaş tabii ki istenmez ama savaşla ekonomi birlikte ekonomik bazı alanlar canlanır. Özelleştirme konusunda hiç ummadığımız bir talep var. Savaşları hep olumsuz ve kötü düşünmek de sağlıklı değil.' " Görüyorsunuz; ülkede yayımlanan her gazete ve dergiyi okumanın zararları yanında bazı faydaları da var!
Serpil Yılmaz'ın hükümetin "realizme" geçiş kararı almasını Ömer Çelik'in yazılarını birlikte okuması faydalı bir girişim. Yanılmıyorsak, "siyasi danışman" Çelik'in yazılarının yakından izlenmesinin faydalarına ilk kez Kronik Medya dikkat çekmişti... İsterseniz bu bahsi de Çelik'in Star'da yer alan son yazısının (6 Şubat) sondan birkaç paragrafını aktararak noktalayalım: "O nedenle Hükümet ve Meclis katında olup bitecekleri, savaşa girme kararı gibi okumak yanlıştır. Kaçınılmaz gözüken bir savaş karşısında kendi konumunu korumak ve bölgesel düzeyde katkıda bulunmak için gerekenleri yapmaktadır Türkiye. Bunun gerisinde kalmak ile aşırı biçimde ilerisine geçmek, Türkiye'nin kaçınması gereken seçeneklerdir." İyi güzel de, Meclis'teki "Irak Oturumu" kapalı yapıldığından kaçınılması ve desteklenmesi gereken seçeneklerden milletin maalesef haberi yok! (K.B.)
'Nihilizm' siyasete uyarlanınca
Akşam'dan (7 Şubat) Serdar Turgut, "Boş laf dolu yazılar" başlıklı yazısında yine "şaşırtıcı" yorumlar yapıyor. Turgut ilk olarak, yazısının başlığında işaret ettiği yazılara bir örnek olarak savaş dolayısıyla bu günlerde gerçekten de çok sık karşılaştığımız "bebekler ölmesin" temalı yazıları değerlendirmiş: "Şimdi bunu diyen bir yazıya katılmamak mümkün değil gayet tabii ki. Yani yazının icadından bu yana 'Bebekler ölsün' diye bir yazı yazan herhalde olmamıştır." Dolayısıyla bunlar tamamen "boş laf dolu" yazılar.... Turgut'un bu örnek yazılar hakkında söyledikleri yanlış değil.... Gerçekten de, "çocuklar ölmesin şeker yiyebilsinler" anafikirli şiirin haddinden fazla üzerine gidilmesine benzer bir biçimde, "bebekler ölmesin" anafikirli yazılar da özellikle şu son günlerde ölçüyü epeyce kaçırmış durumda. Ancak Turgut, bu haklı olarak nitelenebilecek tespitten hemen sonra hızla bambaşka yerlere ulaşıyor. Ulaştığı yeri şu iki sözcükle özetlemek mümkün: Dünya gerçekleri. Yani, "bu gibi konularda halkın ne istediği, ne düşündüğü hiçbir zaman, hiçbir yerde göz önüne alınmadı. Tüm dünyada bu böyle, özellikle Türkiye'de daha da bir böyle. Bu hep böyle olmuş, hep de böyle olacak ve siz bunu görmeden halk şöyle dedi böyle dedi diye yazıp çizmeye devam ederseniz, sadece aldığınız okuyucu destek mektubu artar." Turgut, "bebekler ölmesin" ya da "Halk bu savaşa karşı" gibi "söylemler"e şu "dünya gerçekleri"ni hatırlatarak karşı çıkıyor: "Masum insanlar ölecek. Acılar çekilecek. Halklar üzülecek. Evet bunların hepsi olacak." Peki o zaman ne yapmalı? Turgut'un buradan sonra sıraladığı "olması gerekenler" doğrusu daha bir şaşırtıcı. "Bugünkü noktaya gelineceği üç ay öncesinden belliydi. Bu sürec içinde 'Ben savaşa ahlaken karşıyım' demek içi sıfır olan yeni bir cümle etmekten başka bir anlam taşımaz." Peki ya daha daha sonra ne yapmalı? Turgut'un bu soruya "son kertede" verdiği cevap da şöyle: "Bu nedenle Türkiye bu koşullarda yapabileceği tek şeyi yapmalı ve tüm gücüyle savaşa maksimum olarak girmeli."(!) Evet görüyorsunuz; gerçekten "farklı" bir kalem sahibinin ince ince örmeye başladığı bir yazı gelip sonunda bu derece kaba bir yere dayanıyor. Bizi sorarsanız, "Boş laf dolu yazılar" başlıklı yazının yazarı bir "nihilist"tir. Ama unutmayalım; başka alanlar bir tarafa ama "nihilizm"in siyasete uyarlanması ortaya her zaman tatsız manzaralar çıkarmıştır... (K.B.)
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |