|
|
Efelenerek geri çekilme politikası
Kıbrıs'ta ve Kuzey Irak'ta Türkiye'nin başına gelen maalesef bu… Hani bir zamanlar pek revaçta olan bir laf vardı: 'Vuruşarak çekilmek' deniyordu. Bu aslında, 'sorunların üzerine gitmekten kaçınarak, politika üretemeden teslim olmak, ama yiğitliğe de gölge düşürmemek için teslim olmadan önce vuruşuyormuş gibi yapmak' anlamına geliyor. 'Teslim olmak' tabiî düşmana teslim olmaktan ziyade, korkulara, kuşkulara ve politikasızlığa teslim olmak demektir. Mevcut statükoyu koruyabilmek amacıyla her meseleye güvenlik açısından bakan ve bunun dışındaki çözümlerin tartışılmasından dahi endişe duyan sistemin esasıdır bu… Bu anlayış memleketin temel politikası haline getirilmiştir ve Türkiye iç ve dış sorunlarını cözemeyen bir ülke olarak sonunda bir yol kavşağına gelmistir. Bir sürü meselesini 'dokunulmaz, eleştirilmez' millî mesele haline getirerek sürekli kendi bindiği dalı kesmiş ve şimdi özellikle Kıbrıs ve Kürt meselelerinde tam da 'efelenerek geri çekilme' durumunda kalmıştır. Kıbrıs meselesinde, bilindiği gibi bu millî efelenmenin adı 'çözümsüzlük ve fiili durumu devam ettirme' politikasıdır. Bu nedenle, ülkenin bürokratları ve onların şu sıradaki destekçisi olan AKP hükümeti, bu önemli meseleyi, bu politikayı en iyi bilen Denktaş'a teslim etmiştir. Türkiye'de, bu çözümsüzlükten ve 'efelenerek geri çekilme' yaklaşımdan rejimin devamlılığı, daha doğrusu kendi iktidarları adına yararlanmak isteyen odaklar da bu efelenme politikasına karşı çıkanları yola getirmek işini üstlenmişlerdir. Kıbrıs'ta anlaşma umutları bu politika nedeniyle söndürülmüş ve hem adada insan gibi yaşamak isteyen Kuzeyli Türkler'in geleceği, hem de barış beklentisi içindeki AB ile ilişkiler hiçe sayılmıstır. Türkiye, Kıbrıs'ta efelenerek geri çekilmekle hiçbir sorununu çözmek istemediğini açık bir şekilde ilan etmiş olmaktadır. Bu sanıldığı gibi bir dış politika meselesi değildir. Bu tutum, doğrudan bir rejim meselesidir ve ülkeyi yöneten odakların Kıbrıs üzerinden diğer sorunlara yaklaşımlarını göstermektedir. Türkiye, AB'ye tam üyelik meselesinde de efelenerek geri cekilmeyi kabul etmiş olmaktadır. Devlet, ne işkence ve insan hakları sorununda ne de ciddi bir hukuk reformu konusunda fazla bir değişimden yana değildir. Türkiye, Kuzey Irak'ta ise değil efelenmek, sesini bile yükseltemeden geri çekilmek zorunda kalmıştır. Uzun yıllar, özellikle de Birinci Körfez Savaşı'dan bu yana mesnetsiz efelenme politikasını sürdürmüş, ama her seferinde geri çekilmiştir. 36`ncı paralelin ne anlama geldiğini anlamak istememiş, Kürtler'i korumak amacıyla oluşturulan Çekiç Güç'e karşı çıktığı halde bizzat onun içinde olmuştur. Kuzey Irak artık Türkiye'nin değil ABD'nin arka bahçesidir. İşte, ABD, "Giremezsin" diyor ve Türkiye de giremiyor. Hani Kürtler'in Kerkük ve Musul'a girmesi savaş nedeni sayılacaktı? Efendim Kürtler girmişler ama biz de onları ABD'ye şikayet etmişiz ve "Lütfen şu Kürtler'i oradan çıkartır mısınız" demişiz. ABD de bizim hatırımız için onları oradan çıkarma kararı almış. Bu durumda biz de girmeyecekmişiz!.. İşte bu gülünçlüğe politika denmektedir ve bu tutum ülkeye hep itibar kaybettirmiştir. Türkiye, Kürtler'i yanına çekip etkisi altına alacağına, onları Musul ve Kerkük manevraları için adeta teşvik etmistir. Kürtler, Türkiye'nin efelenmelerine kulak bile asmamıştır. ABD'nin himayesinde Musul ve Kerkük'e girdiklerini unutup, koskoca Türkiye'ye karşı tarihî bir zafer kazandıklarını düşünmektedirler. Türkiye, aşırı teslimiyetçilikle içi boş efelenme arasında bir tavir geliştirememektedir. Kendi Kürt sorununu çözmemek ve vatandaşı olan milyonlarca Kürt'e ve diğer insanlarına adil davranmamak, insan haklarına dayalı bir kanun devleti olmamak uğruna, hem kendi halkıyla hem de komşularıyla kuşku, korku ve sinir içinde yaşamayı tercih etmektedir. Düşünün, Kıbrıs'ta çözüm istiyor görünen AKP hükümeti, bunun çözümsüzlük yemini etmiş Denktaş`ın önerileri doğrultusunda olabileceğini söyleyebiliyor. Böylece Kıbrıs'ta da Kuzey Irak konusunda da AKP'- nin hiçbir farklı görüşü, önceden düşünülmüş, üzerinde çalışılmış yaklaşımı olmadığı anlaşılıyor. Türkiye Kuzey Irak'a niye girmek ister? Bölgede önümüzdeki dönemde bir Kürt devletinin kurulması mümkün olabilir mi? Olabilirse Türkiye bu meselede nasıl bir rol oynayabilir? Türkiye kendi Kürt meselesini nasıl çözebilir? Bu önemli sorularla ilgili hiçbir tartışma ortada yok. Sadece belli odaklarda belirlenmiş görüşler tekrar ediliyor… Abdullah Gül, Musul ve Kerkük'e giren Kürtler'le ilgili olarak şunları söylüyor: "ABD Dışişleri Bakanı ile konuştum, çıkacaklarmış. Dolayısıyla Kuzey Irak'a girmemize gerek yok" Bir ülke ancak bu kadar kötü yönetilebilir… Ve ülkeyi yöneten bürokratik güçler kendi hatalarını yükleyecekleri iktidara susamış böyle sivil yönetimleri herzaman kolaylıkla bulabildikleri için, bu 'efelenerek geri çekilmek' politikalarını uygulamaya devam ederler. Bu politikanın bir de medyadaki uzantıları var. Onlar hâlâ, "Türkiye ilk tezkereyi kabul edip ABD'ye bütünüyle kapılarını açmadığı için Kuzey Irak'ta bu kadar zor durumda kaldı" diyorlar. ABD bile bunu böyle görmüyor. Adamlar bu kadar köle ruhlu yani… Oysa Türkiye oldum olası Kuzey Irak'ta bu yanlışı savunuyor. Tezkere çıksaymış asker Kuzey Irak'a girebilirmiş. Sanırsınız ki adamlar sadece Türkiye'yi yönetmiyorlar, kendilerini Washington'daki cuntanın da üyeleri sanıyorlar. Sıkıysa bu dış politika başarısızlıklarının Türkiye'nin rejim meseleleri ile ilgili olduğundan söz etsenize… Onlar da resmî görüşü savunacaklar. Bu arada barışseverleri Saddamcı ilan edecekler, insan haklarını savunanlara da küfür edecekler… Böyle yönetime böyle bir medya işte… Topyekün efelenerek geri çekilen bir ülke… Manzara bu…
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |