|
|
Davranış bozuklukları
Azmanlaşmış güç, hem onu kullananda hem de o gücün kullanımına maruz kalanlarda ciddi davranış bozukluklarına yol açıyor. Gücü kullanan o gücün kendisine sınav için verildiğini unutur, kendisini tanrılaşmış hisseder ve haddini aşar. Yani yapmaması gerekeni yapar. Bu gücün insanlık tarihindeki sembol ismi Firavn'dır ve Kur'an'ın verdiği bilgiye göre "Ben sizin en büyük Rabbınızım" deme cür'etinde bulunmuş, haddi aşma örneği olarak da, Mısır'da İsrailoğulları arasında doğan her erkek çocuğun yokedilmesi gibi çılgınca bir buyruğu vermiştir. Gücü sorumsuzca kullanan insanların, devletlerin sonunda tiranlaştığını ve nihayet kendi aşırılığında boğulduğunu görürüz. Bugün Amerika ve onun koalisyon ortakları bu yoldadır. Saddam bu yoldaydı, İsrail devleti bu yoldadır. Azmanlaşmış güç, o güce maruz kalanların davranışlarında da bozulmalara yol açar dedik. Bu kişilik yamulmalarıdır genellikle. Gücün ve gücü kullananın beklentisine uygun biçimde değişimler, dönüşümler, boyun eğmeler, tabii süreçte yapmadığını, asla yapamayacağını yapma eğilimine sürüklenmelerdir. Bu bir ülke çerçevesinde de olur, dünya ölçeğinde de... Amerika bir süredir dünya ölçeğinde güç kullanıyor ve bizler, bunun güce maruz kalan dünyada kişilikler planında sonuçlarını gözlüyoruz. Kimileri kişilik yamulmaları yaşıyor, hatta kimileri gücün karşısında yamulmanın felsefesini, yamulmayı içine sindiremeyen kişi ve ülkelere yamulmadaki fazilet(!)i anlatmaya çalışıyor. Şimdi bu genel değerlendirme içinde, yaşadığımız olaylara bakalım: Amerika'nın, yanına bazı dünya ülkelerini de alarak adeta "canımın istediğini döveceğim ve o ülkenin sisteminden yönetimine kadar her şeyini değiştireceğim" yollu bir felsefe geliştirmesi bunu en vahşi yöntemlerle uygulamaya koyması bir güç azmanlaşmasıdır ve davranış bozukluğudur. Aynı şekilde bu azmanlaşmış gücün, işgal ettiği ülkeyi o ülkenin ayak takımına yağmalatması, ancak güçte varolması muhtemel erdemin ayaklar altına alınması anlamına gelir. Bağdat'ı, Basra'yı yağmalatan Amerika, gerçekte kendi onurunu yağmalatıyor. Hiç kimse Bağdat'ı boğazlayan, yağmalatan, Dicle'den kan ve mürekkep akıtan Hülagu'nun erdeminden bahsetmiyor. Bush'un ve Blair'in de erdeminden bahsedilmeyecek. Asla ve kat'a... Amerika'nın Irak'tan sonra diğer ülkere "Irak'tan ibret alın!" yollu mesajlar göndermesi de ancak erdemsizlik çığırında sınır tanınmayacağının göstergesi olmaktadır. Bu bizim kültürümüzün dünya kültürüne armağan ettiği bir nizam-ı alem çizgisi değil, bir global çürüme-anarşi kaos çizgisidir. Ya "tarihî eserleri yağmaladığı" bildirilen işgalcilerle birlikte kendi ülkesini yağmalayanlara ne demeli? İşte, güç karşısında girilen davranış bozukluğunun tipik göstergelerinden birisi, belki en iğrenci budur. Bu insanî anlamda çürümedir. Pörsümedir. Adı üstünde ayak takımı davranışıdır. Aynı şey, işgalcinin bayrağını, işgalci askerin postalını öpenler için söylenmelidir. Yenilir insan, ülke yenilir, güç dengesizlikleri ya da stratejik-taktik yanlışlar yenilgiyi getirebilir, yöneticilerin kötülüğünden de söz etmek mümkün bu noktada. Ama işgalciyi alkışlamak, onu kurtarıcı olarak selamlamak, onun bayrağını öpmek, hatta eğilip postalını yalamak... Bu, zilletin, onursuzluğun en uç noktasıdır. Böylelerine rastlandı Irak işgalinde... Ben, ne Arap'tır bu diyorum, ne Kürt'tür... Bu tipler asla bir halkı temsil edemez, bu bir kanserleşmedir. Amerikalılar'la, başından beri "Irak muhalefeti" diye pazarlık yapanları, ülkenin üzerine bu kadar bomba yağdırılmasını seyredenleri, kendi toprağındaki mücadeleyi kendisi yapmayıp, azman bir güce havale ederek, onun arkasından iktidar olmaya yeltenenleri de, bu onursuzluğu paylaşanlar olarak görmek gerektiğini düşünüyorum. Gelelim Türkiye'ye.. Amerika'nın Irak'taki güç kullanımının ve geleceğe yönelik güç kullanma tehdidinin yol açtığı davranış bozukluğunun en çirkin örneklerine Türkiye'de rastlandığını söylemek mümkün. Amerikan tehdidinin en belirgin etkisini, Türkiye'de bir kesim üzerinde yaptığını müşahede ediyoruz ne yazık ki... Aman Allahım o ne çirkin güç tapınması böyle! Güce serenad! Gücü kutsamak! Madem Amerika tehdid ediyordu, madem ona direnmenin mümkün olmadığı açıktı, öyleyse onun emrine boyun eğilmeliydi peşinen. "Madem öyle istiyorsun, sana karşı koymamız mümkün değil, gel dilediğini yap bu ülkede" denmeliydi. Büyük strateji buydu. Reel politik buydu. Reel politik, Amerika'nın dayatmaları karşısında ülke onuru, bağımsızlık vs. kaygısına düşmeksizin isteneni yapmaktı. Bunu sadece Irak değil, Amerika'nın kendisinden görev talep ettiği herkes yapmalıydı. Yoksa açıkta kalınırdı, masanın etrafında sandalye bulunamazdı, bedeline katlanılırdı. Ülke güvenliği tehlikeye girerdi. Ben zaman zaman 28 Şubat sürecindeki "güç kullanma" karşısında hiçbir şeyini kaybetmeyenlerin bıyıklarını kaybettiğini söylemişimdir. Şimdi "global 28 Şubat" yaşandığı söyleniyor ya, bizde, 28 Şubat'ta bıyıklarını koruyanların bu dönemde, Amerika'nın azman gücü karşısında ülke onuru, bağımsızlık, millî haysiyet gibi duyarlılıkları kaybettiğine tanık olmaktayız. Aman Allahım! Bir de bu konuda duyarlılık sergileyenlere yönelik suçlamalara kalkışmaları yok mu? Bu artık, yavşaklığın, Amerikan yalakalığının filozofluğuna soyunmak diye nitelenebilir. Sormak istiyor insan, Amerika Irak'ı değil de Türkiye'yi tehdit etseydi, bu ülke topraklarında Arabistanlı Lawrens'ler bulsaydı, onlara, ülkenin bir kısım insanını kışkırtma misyonu yükleseydi, o da arkadan vurucular üretseydi, bunlar ne yazacaklardı, nasıl bir reel politik üreteceklerdi? Yoksa Irak'ın arkadan vurulması iyi de Türkiye'nin vurulması tu kaka mı? Hangi ölçüye göre? Irak için kurallaştırdığınız neden Türkiye için de geçerli olmasın! Osmanlı'yı Lawrens'in iğfali ile arkadan vuran "Arap çetesi" haindi de, bugün Amerikalı ile (yani bir istilacı güçle) elele verip Irak'ta iktidar veya başka imkanlar arayan çeteler fazilet abidesi mi? İhtilal kendi meşruiyyetini kendisi oluştururmuş. Başarırsanız meşrulaşır, başaramazsanız hain olurmuşsunuz. Yoksa bu felsefe mi işliyor burada? Amerikan gücü başardı ve kahraman (!) oldu. Irak'ın bir başka formatta hain ilan edilecek unsurları, muzaffer, bizim, bir başka formatta istilacıya şakşak yaptığı düşünülecek kalem veya söz erbabı da, istilacı gücün başarısı ile reel politik üstadı haline geldi... Utanç verici bir durumla karşı karşıyayız.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |