![]() |
![]() |
![]() |
![]()
|
![]() |
![]() |
|
![]() |
![]()
ÖMER ÇAKAL
Doğup büyüdüğüm Afyon'da başlayan bir tutkuydu bu. Önce sinemalarda bilet keserek, sonra dergi ve gazetelerde yazarak büyüdü bu ateş bende. 1970'lere doğru kamera arkasını tanıyınca, filmlerin kitleleri nasıl yönlerdiğini görünce, hele bir de çekilen filmlerin Batı sinemasını taklitten öteye gitmediğini, Türk insanının sorunlarına teşhis koyamadığını görünce, bir an önce kamera arkasına geçmem gerektiğini hissettim. 1970'de Şule Yüksel Şenler'in Huzur Sokağı adlı romanını şimdi bile tekrar tekrar izlenen Birleşen Yollar adıyla sineya uyarladınız. Türkan Şoray'ı türbanlı bir şekilde kamera önüne almanız nasıl bir tepki doğurdu? Tepkiler çok olumlu yönde gelişti. Sinemayla daha önce tanışmamış dini hassasiyeti olan kesim bile salonlara akın etti. İnsanlar köylerinden traktörlerle gelip filmi izlediler. Birleşen Yollar'ı 500 binin üzerinde kişi izledi. Ve, yıllardan beri taklitçi sinemanın göremediği sorun tüm çıplaklığı ile perdeye yansımış, asıl meselemiz olan ahlaki çözülme nihayet teşhis edilmişti. Çile, Zehra ve Kızım Ayşe gibi çok izlenen filmlerin ardından 1975'te TRT'yle çalışmaya başladınız.. 1975'de iktidara gelen sağ cephe hükümeti Prof. Nevzat Yalçıntaş'ı TRT Genel Müdürü olarak atadı. Onun teklifiyle TRT'ye girdim. Ve 15 yıl içinde Osmancık ve Küçük Ağa başta olmak üzere birçok film, dizi ve kuşak programını Türk izleyicisi ile buluşturduk. TRT'den nasıl koptunuz? 1990'lara doğru TRT'nin AB yanlısı politikalarla yayına devam etmesi, Milli Sinema akımını savunan bizler için yolun göründüğünü işaret ediyordu. Biz de birkaç arkadaşımızla kanaldan ayrılıp, projelerimize koyulduk. Ben Minyeli Abdullah'ı yaptım. Sahibini Arayan Adam, son somut filmimiz oldu. Daha sonra değerlerimize bağlı bir özel kanal kurulması için kanaat önderleri ile görüşmelerimiz oldu. TGRT'nin kurulduğu yıllarda Kurdoğlu serisini başlatıp Bişr-i Hafi ve Kanayan Yara: Bosna isimli filmleri çektik. Türk sineması artık yılda ancak bir kaç film çekebiliyor. Sizce bu sürece nasıl gelindi? Bunun birkaç sebebi var. Televizyonların yaygınlaşması, 1980'lerden sonra ideolojik farklılıklardan doğan çatışmaların sinema izleyisinin evlerine çekilmesi bunlardan yalnızca ikisi. 1978'de yabancı sermayeyi ülkeye çekmek isteyen hükümetin, yabancı sinemayı teşvik yasasında değişiklik yapması ise tüm bunlara tuz-biber oldu. 1980'lerin sis bulutları dağıldığında Türk yapımcılar zor bir çemberin içinde boğuşurken, karşılarında dev yabancı şirketler vardı. Yeşilçam, gün geçtikçe zayıfladı. Bırakın kaliteli yapımları, taştan da olsa yerli filmleri mumla arar olduk. İstisnalar hariç, sizce Türk sineması neden gerçekçi olamıyor? İşlenen konuların halkla çok da ilintili olmamasından kaynaklanıyor herhalde. "Biz, İslam medeniyeti dairesi içinde yaşayan insanlar, sinemanın kuramsal hedeflerini kendi medeniyetimizin ana eğilimine, ana vizyonuna uygun olarak tarif etmekte özgürüz" diyor Ayşe Şasa. İşte bütün mesele burada yatıyor. Bu eğilimleri geleneğe malederek üreteceğimiz eserler, bırak Türkiye'de, Asya, hatta Avrupa'da bile yankı bulur. Hatta Amerikan sineması karşısında çaresiz kalan, Avrupa sinemasının önünü bile açar.
'Sinema etrafındaki ikilem niyetle aşılabilir' Sinema, bir propaganda aracı olarak kullanılabilmesi itibariyle yıllarca tartışılan bir ikilemdi. Hala da böyle. Sizce ülkemizde dini hassasiyeti ağır olan kesim, sinemayı bir araç olarak nereye oturtabilir?
1968'de Elif Film Şirketi'nin kuruluşu arefesinde, çok sevdiğim bir efendi hezretlerine gidip, ona danıştım. Bana, bu işi bilip bilmediğimi sordu. Ben de hem teorik, hem de pratik olarak öğrendiğimi anlattım. Sonra o, elma soyduğu bıçağı göstererek şöyle dedi: "Bu gördüğün bıçak, kötü niyetle kullanılmak isterse bir insanın canını alabilir. İyi niyetli bir insanın elinde ise bir neşter olur ve hastayı ölümden kurtarır. Niyetin hayırlı olursa, inşallah bu iş sen ve toplum için hayırlı olur" dedi. Sanırım bu cevap, sizin sorunuza da yeterli açıklama getiriyordur.
![]() |
![]()
|
![]() |
![]()
|
![]() |
![]() |