AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Türk siyasetinin kavrukluğu

Korkular, tercihler ve sıkışıklıklar sonunda bir "ara yol" üretti. Powell'ın ziyaretinden sonra, Silopi'den geçmeye başlayan ve savaşın en önemli ateşleyicisi yakıt dışında başka ne taşıdığı bir muamma olan kamyonlardan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün "koalisyonun içindeyiz" açıklamasından sonra Türkiye'nin savaş konusunda aynı yerde durduğunu söylemek mümkün değil.

Bakan bir anlamda haklı, Türkiye ilk tezkereden sonra, icranın ABD'ye sağladığı yeni imkanlarla bu savaşın bir tür içine girdi.

Son adımlarla yürütmenin yasamayı bir anlamda by-pass ettiği ve ABD'nin Türkiye'ye bahşetmeye karar verdiği 1 milyar doların ne anlama geldiği iyice anlaşıldı.

Elbette 1 Mart tezkeresinin öngördüğü durum kadar vahim ve aktif bir katılım söz konusu değil. En azından Kuzey cephesi açılmadı, Türkiye bu cephe üzerinden kendisini Ortadoğu bataklığına atmadı, orada oluşabilecek taarruzun ve ölümlerin sorumluluğunu doğrudan doğruya taşımıyor.

Bu yüzden bir ara yoldan söz ediyoruz...

Ama yine de bu, resmin ana rengini değiştirmiyor...

ABD'nin Powell'ı Türkiye getiren üç amacı olduğu söylenebilir:

Orta vadede, projelerini gerçekleştirebilmek için özellikle "ihtiyaç duyduğu Türkiye ile stratejik ilişkilerin sürdüğü mesajını vermek, daha da öte mevcut gerginlikleri gidererek bu ilişkileri tazelemek"...

Savaş sonrasında yeniden ve "artan bir önemle gündeme gelecek meşruiyet meselesinde yol almak için başta Türkiye olmak üzere mümkün olduğu kadar çok ülkeyi yanına çekmek"...

En önemlisi 1 Mart tezkeresinin reddinden sonra "askeri açıdan kapanan bazı kapıları aralamak, hava koridoruna bir de kara koridoru eklemek; yakıt, silah, tayın, mühimmat nakli imkanını elde etmek"...

Görünen o ki, ABD bu amaçlarına ulaşmıştır...

Türkiye'ye gelince...

Türk hükümetinin ve yetkilerinin içinde bulunduğu ruh halini ve attıkları adımı anlamak için belki de yazının ilk cümlesine geri dönmek gerekir.

Zira bizimkileri kendi elleriyle ürettikleri korkular ve sıkışıklıklar yönlendiriyor, hatta yönetiyor.

Önce şunu görmek gerek:

Gerek siyasi iktidar gerek asker, birinci tezkerenin reddinden rahatsızdı. Neredeyse yeni bir fırsat kolluyor, ABD'den gelecek yeni talepleri iştahla bekliyorlardı.

AB'yle ilişkilerin Kıbrıs yüzünden bir kez daha gerilmesinden sonra, ABD'nin Kuzey Irak'a girme taleplerine boyun eğmek zorunda kalınması, Ankara'da, "şimdi bir de ABD'nin dayatmalarına maruz kalacağız" paniğiyle "yalnızlaşırız korkusu"nu alevlendirdi...

Kaldı ki ilk tezkerenin geçmesine yönelik niyet ve istek de bu korkuyla ilgiliydi.

Ancak şunun altını özellikle çizmek gerekir: Bu "yalnızlaşma korkusu" ne ABD-Türkiye ilişkilerinin gerilmesi ne de ekonomik durumun kötüye gitmesi kaygısından ileri geliyordu. Tersine Türkiye'nin savaş dışı kalmasının bu konularda ciddi sorunlar yaratmayacağı son on beş günde, bu konudaki şahinleri bile çark ettirecek bir açıklıkla ortaya çıkmıştı.

Devlet erkanının ve git gide onun güdümüne giren siyasi iktidarın korkusunun tek bir gerçek adresi var:

Kuzey Irak ya da Kürt meselesi...

AB ile ilişkilerde Türkiye'nin kendi eliyle ürettiği, siyasi alandan uzaklaştırdığı ve tartışmaya kapattığı Kıbrıs meselesi nasıl bir olumsuz rol oynadıysa, savaş konusunda da resmi tavırda da aynı özelliklere sahip olan Kuzey Irak meselesi öyle bir rol oynuyor.

Türkiye'yi dar bir alana hapsederek, kapana sıkıştırıyor.

Ne var ki, eğer bir yalnızlaşma riski söz konusuysa, bu Türkiye'nin demokrasi eksikliğinden ötürü kendi içinde, kendi eliyle ürettiği sorunlardan kaynaklanıyor.

Kürt soruna farklı yaklaşabilen, farklı çözüm yolları bulabilen, asayiş mantığına dayalı milli güvenlik politikaları yerine toplumsal çözüm mantığına dayalı politikalar üretebilen bir Türkiye, böyle bir bağımlılık oyunu oynamak zorunda kalmazdı. Böyle olsaydı, çok alternatifli stratejik planları es geçerek, küçük taktik düşüncelere hapsolmazdı.

Powell ziyareti sırası ve sonrasında Türkiye'nin elde ettiği işte bu korkunun ve ABD desteğiyle Kıbrıs, Ermeni meselesi noktalarındaki diğer korkuların destek vaadiyle sözde bertaraf edilmesidir.

Ancak küçük siyaset çukurunun içine daha çok batmasıdır.

Görmek gerekir ki, içinde bulunduğumuz sıkışıklık devlet ve askerin siyaset, toplum, düşünce, kamuoyu üzerinde kurduğu tahakkümün yeni bir sonucudur.

Sahi AKP, bu tahakkümü sona erdirmek için oy alıp, iktidar olmamış mıydı?


5 Nisan 2003
Cumartesi
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED