![]() |
![]() |
![]() |
![]()
|
![]() |
![]() |
|
![]() |
![]()
İstanbul'daki son patlamalar, Türkiye'nin global terörün hedefleri arasına girdiğini gösteriyor. Bunun nedenlerine eğildiğinizde, hemen ABD Başkanı Bush ve İngiliz Başbakanı Blair'in birkaç gün önce Londra'da düzenlediği basın toplantısında söyledikleri sözleri akla geliyor. Basın toplantısından az önce İstanbul'daki patlamaları öğrenen iki lider, bu olayları örnek göstererek terörizmle savaş konusunda ne kadar haklı olduklarını açıklamışlardı. Global terörizme karşı dünyanın neresinde olursa olsun savaş açmanın meşru olduğunu savunan ve bu işe Afganistan'la başlayıp Irak'la devam eden iki ülkenin lideri, kendilerine yeni bir müttefik bulmanın mutluluğu içinde basın toplantılarını bitirmişleri. Buradan yola çıkarak, patlamaların Türkiye'ye belli bir politika empoze etmeye, hatta dayatmaya yöneldiği sonucunu çıkartmak mümkün. Şimdiden patlamaların sorumlusu olarak El Kaide'nin ilan edilişi ile, ABD'ye yönelik 11 Eylül saldırılarının daha dumanı tüterken sorumlunun El Kaide olarak ilan edilişi arasında müthiş bir benzerlik bulunuyor. Gerçi bazı TV kanallarına baktığımızda\ bu teze karşı çıkıp patlamalardan yerli Hizbullahçıları sorumlu tutan 'milli'ci terör uzmanlarına da rastlamak mümkün. Onlar, Türkiye'nin içe kapanmasını ve yasaklarını arttırmasını savunuyor. Teröre karşı 'tek yumruk', 'tek yürek' olarak... Patlamaların sonuçlarını ve bu patlamalar nedeniyle Türkiye'de ne gibi gelişmelerin, iç ve dış politikasında ne gibi değişimlerin olacağını yakında göreceğiz. Ben bu noktada global teröre karşı önerilen yerel reçetelere değinmek istiyorum. Sinagog patlamaların sonrasında reçete olarak önerilen şey bayraktı. Hürriyet, her zamanki gibi milliyetçiliği kimseye bırakmadı... Herkesin Türk bayrağına sarılması gerektiğini savundu. "Bayrağı kapan dışarı çıkıp terörü lanetlesin" buyuruyordu, genel yayın yönetmeni.. Üstelik de, "teröre karşı milli beraberliğimizi göstermenin en iyi yolu olarak" vatanseverliği savunuyordu. Çünkü, dini ne olursa olsun bütün terör kurbanlarının naaşları Türk bayrağına sarılmıştı...O, bundan çok etkilenmişti. Demek ki insanlar arasında ayrılık gayrılık yoktu. Demek ki bir Musevi vatandaş da ayrımcılığa tâbi tutulmuyor, genelkurmay başkanı dahi olabiliyordu ya da bir Alevi vatandaş Alevi olduğu için horlanmıyordu. Veyahut bir Kürt vatandaş etnik ve kültürel kimliğinden ötürü sürekli yasaklarla karşılaşmıyordu. Başörtülü vatandaşlar, eşleri kim olursa olsun, başbakan, milletvekili, yüksek bürokrat vb.. ayrıma tâbi tutulmuyor, mahkemelerden çıkartılmıyordu.. İnsanlar sadece öteki dünyada değil bu dünyada da ayrımcılığa tâbi tutulmuyor, farklılıklarından ötürü dışlanmıyor, takibata uğramıyordu... Böyle bir ülkeydi bizim ülkemiz... Öldüğünüz zaman farklılığınız da sona eriyordu... Herkes eşit, herkes bu ülkenin mümtaz vatandaşı oluveriyordu... Bu vatanseverlik (patriyotizm) kavramını 11 Eylül'den sonra çok duymaya başladık. Amerika teröre karşı bayraklara büründü... Terörle özgürlükler konusunun ayrılması gerektiğini savunanları kimse dinlemedi. O gürültü içinde ABD Afganistan ve Irak'ı terörün sorumlusu olarak ilan etti. Arkasından da bu ülkeleri istila etti... Ama artık işler yolunda gitmiyor. Özellikle Irak'ta başı belaya girdi. Batağa saplandı. O zamana kadar ABD'de ve İngiltere'de patriyotizmi savunanlar birer birer döküldüler. Özellikle iletişim alanında çalışanlar, kendilerini izleyenlere nasıl yalan söylediklerini anlatarak özürler dilemeye başladılar. Bu arada patriyotizm adı altında kimlerin hangi çıkar ilişkileri içine girdiğini öğrendik. Bayrakların altına gizlenen pislikler su yüzüne çıkmaya başladı. Şimdi Türkiye de bu batağın içine itilmek isteniyor. Bayrak asmak, teröre karşı yumruk olmak, birlik ve beraberlik pompalamakla terör sona ermiyor. Yasaklara karşı pankart açmak gerekiyor. Farklılıkların kabulü için, Türkiye'ye hakim olan otoriter anlayışın, ve değiştirilemez damgası vurulmuş tabuların değiştirilmesi, en azından tartışılması için kampanyalar düzenlenmesi gerekiyor. Son patlamaların olduğu gün, bir TV'nin genel yayın yönetmeni canlı yayında meslektaşlarına dönerek, medyanın teröre karşı kendini kısıtlaması gerektiğini söylüyordu. Gazeteciliğin genel ilkelerinin ötesinde yasakları savunuyordu. Bu açıklamadan bir süre sonra devlet katında da patlamalarla ilgili yayın yasağı ilan edildi. Arkasından Başbakan'ın ve İstanbul Emniyet Müdürü'nün basından yakınmalarını işittik. "Emniyet, terörün sorumlularının yakalayacaktı ama, buna medya engel olmuş"tu.!.. Günlerce, içinde tonlarca patlayıcının bulunduğu kamyonların cirit attığı bir şehrin emniyet müdürü olarak istifa etmesi gerekirken, Basın Yasası'nın değiştirilmesini ve yasakların artırılmasını Başbakan'dan talep edebiliyordu.. Bu ülkede nedense bütün kamu görevlileri kendi işlerini yapacaklarına sadece yasakları savunuyor. Türkiye, global teröre ve mevcut sorunlarına karşı bu yerel ahmaklıklardan kurtulmadıkça, global terörün de diğer belaların da hedefi olmaya devam eder.. Bayrak açarak ve yasakları artırarak terörle mücadele edildiği görülmemiştir..
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |