|
|
Polisin neyse, gazetecin de odur...
İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, ikinci terör saldırının faturasını basına kesti: Eğer basın "sorumsuz" davranmasaymış, bugün 27 vatandaşımız hayatta olacakmış.
Bunu, emniyetimizden sorumlu kişi söylüyor.
Kulaklarıma inanamadım.
Sorumlu bir kişi böyle sorumsuz demeçler verir mi?
Teröristlerin yakalanmasına bir saat kala medya yayın yapınca bombalar patlamış, bu insanlar da bu yüzden ölmüş...
Bakar mısınız mantığa?
Basını öne sürmek terör olaylarındaki "başarısızlığı" ortadan kaldıracaksa, amenna!
Evet, "bir kısım basın"ın önemli bir kısmının "acul" davrandığını, "yazılmaması gereken bilgileri" faş etmek suretiyle işi bozduğunu ve (belki de) teröristlere zaman kazandırdığını ben de kabul ediyorum.
İyi de, bu bilgileri veren bizatihi Emniyet yetkilileri değil mi? Oturdukları yerden mi uydurdu bu adamlar DNA sonuçlarının kime ait olduğunu?
Bu tür durumlarda (zamanlarda), haberlerin tamamen Emniyet yetkililerinden alınan bilgilerle hazırlandığını ve gazetelerin adeta "polis bülteni" gibi çıktığını, bunca yılın "deneyimli" polisi Celalettin Cerrah bilmez mi?
Biz de manipülasyon istemiyoruz.
Biz de "yönlendirmeli haberler" istemiyoruz.
Biz de ekranlarımızda kanlı görüntüler istemiyoruz.
Elbette, insanları ikrah ettirmekten zevk alan ruh hastası mensuplar yok değil aramızda... Bir sürü (af buyurun) zır cahil var, bir sürü manyak, bir sürü sapık, bir sürü deli. Mutlaka ajan-provokatörler de sızmıştır içlerine...
Basınımız böyle.
Peki polisimiz nasıl?
Polisimiz çok mu profesyonel, çok mu kültürlü, çok mu anlayışlı, çok mu ferasetli?
Eh, madem konu polisten açıldı, görevi park ve bahçelerde emniyeti sağlamak olan "sorumlu" bir polis memuruyla, o an bir bankta oturup sigara içmekte olan "sorumsuz" bir basın mensubunun (Ahmet Kekeç'in) diyaloğundan örnek bir parça sunalım da, bakarsınız "polisimiz nasıl" sorusuna mehaz teşkil eder:
- Kimliğini çıkar!
- Buyrun...
- Bu sen misin?
- Benim!
- Hiç sana benzemiyor!
- Siz benzetemiyorsunuz.
- Resimde bıyıkların kısa. Ülkücü müsün?
- Hayır.
- O zaman Maocusun?
- Değilim!
- Ne olduğunu bilmiyon ha! Karakola götüriyim mi şimdi seni?
- Niye götürecekmişsiniz?
- Hareketlerinden kıl kaptım. Olamaz mı?
- Olabilir, ama hiçbir yere gitmiyorum.
- Ben götürecem, sen gelmeyecen... Öyle mi?
- Öyle demiyorum.
- Ne iş yapıyorsun sen?
- Gazeteciyim.
- Makinen hani?
- Foto muhabiri değilim.
- Nesin ki?
- Gazeteci...
- Şimdi senin kartın martın da yoktur.
- Yok.
- Ee ne anladım şimdi ben?
........................
Bu diyaloğun nereye vardığını merak edenler için önemli not:
Hiçbir yere varmadı.
akekec@yenisafak.com
|
|
|
AHMET KEKEÇ
|
|