|
|
Ayrıntılardaki tehlikeler(*)
Ayrıntı dedikleri Büyük meseleler konuşulurken, bazen ayrıntılara dikkat edilmez. Bazı ayrıntılar vardır ki, bunlar esas konulardan daha önemlidir. Bunlarda dikkatli olunmadığı takdirde, esas meselenin dejenere olmasını önleyemezsiniz. Türkiye bugün, Avrupa Birliği uyum yasalarını çıkarmanın gayreti içerisindedir. Ancak, TBMM ve hükümet, bu konuya o kadar konsantre olmuştur ki, önüne gelen her tasarıyı tartışmadan kabul etmektedir. Avrupa Birliği uyum yasaları adı altında, bir- çok Batı ülkesi tarafından dahi kabul edilmeyen yasalar çıkarılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları sebebiyle, davaların yeniden görülmesi, bunlardan sadece bir tanesidir. Bunun gibi pekçok husus sıralanabilir. Ancak biz bu yazımızda, 4 Haziran günü TBMM tarafından onaylanan bir anlaşmanın sakıncalarını belirtmekle yetineceğiz. Modası geçmiş bir konu Bu anlaşma, "Medeni ve siyasi haklara ilişkin uluslararası sözleşme" ve buna paralel, "Ekonomik ve kültürel haklara ilişkin uluslar-arası sözleşme" başlığını taşıyor. 30-40 yıl önce hazırlanan ve 2000 yılında hükümetimiz tarafından imzalanan bu anlaşma, ülkemiz ve rejimimiz bakımından gereksiz ve hatta çok tehlikeli hükümler içermektedir. Bu iki anlaşmanın dikkate değer bir geçmişi vardır. Anlaşma, Sovyet İmparatorluğu'nun egemen olduğu bir dönemde ve dünyadaki müstemlekelerin birer birer bağımsızlık istediği bir zamana aittir. Bugünkü dünya şartları göz önüne alındığı takdirde, bu anlaşmaların "kadük" olması gerekir. Üstelik bu anlaşma, TBMM Dış İşleri Komisyonu tarafından birkaç defa hükümete geri gönderilmiştir. Buna rağmen AB uyum yasaları arasında gösterilerek böyle bir anlaşmanın onaylanması hem zamansız, hem de çok yanlış olmuştur. "Milletler" yerine "halklar" deyimi Bu anlaşmanın en büyük sakıncası, cemaatlara, birtakım halk guruplarına "şahsiyet kazandırması" ve bunların "özel çıkarlarının" koruma altına alınması isteğidir. Anayasamız, insan hakları arasında, sadece bireylerin haklarını kabul etmiştir. Halklara ait kolektif birtakım hakları kabul etmez. Anlaşmada geçen "Halklar" kelimesinden ne anlaşılacaktır? Bunun tarifi yapılmamıştır. Bu tarifin içerisine, etnik gruplar, dini cemaatlar, hemşehri toplulukları v.s. gibi birçok insan topluluğu girebilir. Bunlara birtakım ayrıcalıklı hakların verilmesi, sadece Türkiye'nin değil, demokratik birçok ülkenin kabul edemeyeceği bir husustur. "Azınlık" deyimi ile "halk" deyimini birbirine karıştırmamak gerekmektedir. "Halkların hakları" deyimini birçok çevre, "self determinasyon" hakkı da dahil, çok geniş manada anlamaktadır. Bu manasıyla adı geçen anlaşma, bölücülerin eline bir koz vermektedir. Yerel özerkliğin çerçevesi Avrupa Konseyi bünyesinde, "yerel yönetimlerin özerkliği" başlığı altında bu konu çok tartışılmıştır. 1997 yılında Avrupa Konseyi Moldavya'da bu konuda özel bir toplantı yapmıştır. Bu toplantıda, federal sistemle idare edilen devletler, kendi ülkelerindeki uygulamaları anlatmışlardır. Bunlar içerisinde Rusya, Almanya, İsviçre, Kanada ve Moldavya yetkilileri söz almışlar ve yerel yönetimlere verilecek özerkliğin hangi kıstaslara dayanması gerektiğini birkaç madde ile özetlemişlerdir: 1. Yerel yönetimlere verilen özerklikler, etnik, dini ve ideolojik kıstaslara göre ayarlanamaz. Özerk bölge hudutları ancak ekonomik, coğrafi kriterler göz önüne alınarak tespit edilir. 2. Merkezi hükümetler, ülke vatandaşlarının müşterek rızasıyla kurulmuştur. Müşterek rıza ile kurulmuş bu birlik, sadece bir bölgenin, bir grubun tek taraflı teşebbüsüyle bozulamaz. Bu konuda, İsviçre hükümet temsilcisi büyükelçiye şu sual sorulmuştur: -İsviçre'deki herhangi bir kanton, referandum yaparak birlikten ayrılmaya karar verebilir mi? Temsilci büyükelçinin cevabı gayet açıktır: İsviçre devleti bütün İsviçreliler'in müşterek kararıyla kurulmuştur. Bir kanton birlikten ayrılmak yani self determinasyon hakkını kullanmak isterse, bunun kararı da yine bütün İsviçre vatandaşları tarafından verilebilir. Bu anlaşmaların zamanlaması Konuya bir de, bu anlaşmaların Türk demokrasisine ne gibi katkıları olduğu yönünden bakalım. Bunların kabulüyle, Kopenhag kriterlerine katkıda mı bulunulmuştur? Veya demokrasimiz ilerleme mi kaydetmiştir. Hayır... Bu anlaşmaların önceliği nedir? Zaruret olmadığı halde Türkiye'nin yeni bir tartışmanın ortasına itilmesinin ne manası vardır? Yukarıda bahsettiğimiz iki anlaşma, Türkiye'de bazı tatsız tartışmaların gündeme gelmesine vesile olacaktır. Mesela, "Karakeçili aşireti", "Roman'lar" veya "Karadenizliler" bizler birer "halk topluluğuyuz" deyip de özel haklar isterse, anlaşmaları kabul edenlerimiz bunlara ne cevap vereceklerdir? Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne, kendi vatandaşlarının münferit olarak başvurmasını kabul etmiştir. Bundan sonra bu mahkemeye, halk veya halklar gibi topluluklar adına da dava açılırsa, bunu yadırgamamak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti de, hudutlarımız içerisinde yaşayan bütün insanların müşterek arzusu ve konsensüsü ile kurulmuştur. Bu birlik, ancak kurulduğu yollardan bozulabilir. Türkiye'de, sadece bireylerin Anayasa ile teminat altına alınmış hakları vardır. Hiçbir zümreye veya topluluğa özel haklar tanınamaz. ------ (*) Bu konuda Hürriyet gazetesi yazarları Oktay Ekşi, İlter Türkmen ve Yalçın Doğan'ın yazılarını hatırlatırız.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |