![]() |
![]() |
![]() |
![]()
|
![]() |
![]() |
|
![]() |
![]()
11 Eylül'ün yıldönümünden bahsetmek gereğini duyuyor olmamız ister istemez bunun bir milad olduğunu göstermeye yetiyor. Ancak bunun, "hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" türünden Amerikan gücüne tapınmaya dönüşen abartılı yorumları haklılaştıran bir milad olmadığını bugün daha iyi farkediyoruz. Devasa Amerikan gücünün gerek askeri gerekse ideolojik zaafları her gün daha bir ortaya çıkıyor. Ekonomik ve askeri güç bakımından hâlâ dünyada bir numara olması, ABD'nin muhteşem zaafını gizlemeye yetmiyor. Bu anlamda Amerika'nın içinde bulunduğu durum, büyük güçlerin çöküşü teorileriyle ilgilenenler için muhteşem bir malzeme sunuyor. 11 Eylül'ü "kimlerin ve niçin" yaptığı sorusu artık çok geride kaldı. Herkes biliyor ki bu sorunun tek ve doğru bir cevabını vermek mümkün değil. Ancak ne ABD yönetiminin açıkladığı isimler ne de gerekçelerin bu olayın gerçek failleri ve nedenlerini açıklamaya yetmediğini de biliyoruz. Basit bir akıl yürütmeyle, ikiz kulelerin "uçaklanması"yla gelişen olayların kimin işine yaradığı sorusuna verilecek cevaplar bile bu olayın açıklanan failleriyle doğrudan alakalı olmadığını gösterir. Zaten gelinen noktada kimin yaptığı sorusu çoktan gölgede kaldı. Amerika'nın ne yapmak istediği sorusuna verilecek cevaplar 11 Eylül'ü kimler ve niçin gerçekleştirdi sorusuna verilecek cevapların bir bölümünü içermektedir. Artık sorulması gereken soru; 11 Eylül'ü kimin yaptığı değil, ABD'nin 11 Eylül'ün suçunu kime ve neden yüklemek istediğidir. Küresel denge ve stratejik hesaplara bakarak, 11 Eylül sonrası iki İslam toprağına yapılan saldırının aslında asimetrik bir savaş olması nedeniyle gerçek hedefler olmadığı söylenebilir. Afganistan ve Irak gibi gücünün ne olduğunu gerçekte ABD'nin herkesten iyi bildiği iki ülkenin savaşta gerçek taraf olmadıkları rahatlıkla söylenebilir. Jeopolitik gerekçeler bu bölgelere saldırıyı kaçınılmaz kılıyor görünse de stratejik gerekçeler asimetrik savaşın simetrik karşıtlarına dikkat etmeye zorluyor bizi. Yani Afganistan ve Irak üzerinden ABD gelecekteki potansiyel rakipleriyle savaşmaktadır. Jeopolitik hedeflerle stratejik çekişmeler İslam dünyasında kesişiyor… Büyük güçlerin yükseliş ve düşüşü teorileri açısından Amerika'nın küresel güç olarak varlığını ne kadar sürdürebileceği ya da klasik imparatorluk refleksine geri döneceği tartışmaları hangi sonuca götürürse götürsün, somut olan bir gerçeklik bizi; İslam dünyasının varlık potansiyeli ile jeopolitik hesapların çakışma noktasına oturmasının anlamı üstüne düşünmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu iki farklı yaklaşımın, 11 Eylül sonrası dünyadaki güç dengelerinin aldığı biçimin her halükarda İslam dünyasında kesişiyor olması, varsayım olmaktan çıkmış, her iki yaklaşımdan hangisini benimserseniz benimseyin varsayım olmaktan çıkmış somut gerçeklik olarak karşımızda duruyor. ABD'nin ve de potansiyel stratejik rakiplerinin İslam dünyası ile kurdukları yeni ilişki ve tanımlama biçimi; hem 11 Eylül sonrası gelişmeleri hem kimin, neden yaptığını anlamak ve anlamlandırmak hususunda yeterli ipuçları vermektedir.… Askeri ve ekonomik güç olarak ABD'nin potansiyel olarak kendisi icin tehdit oluşturamayacak ulus-devletlere saldırırken bizzat Müslümanlar'ın inanç sistemleriyle hesaplaşmaya girmesi; sanılanın aksine, 11 Eylül sonrası başlatılan terörle savaşın içeriğinin farklı boyutlarda olduğunu gösterir. Saldırdığı siyasal yapılanmaların hiçbiri gerçekte İslam dünyasının doğal sonucu olmadığı halde İslam dünyasının inanç ve kültür değerlerini yeniden şekillendirmeye girişmesi savaşın kültürel ve ideolojik boyutunu gösterdiği kadar hegemonyanın 'varoluşsal değer krizi'nin ne kadar derin olduğunu açığa çıkarmaktadır. 11 Eylül'den itibaren bu sütunlarda dikkate çekmeye çalıştığımız bu husus, gelişen olaylar karşısında her geçen gün daha da doğrulanmaktadır: Asıl savaş İslam dünyasının varoluş şartlarını oluşturan değerler sistemine yöneliktir. Müslümanlar'ın kendilerini algılayışlarını yeniden biçimlendirmeye yönelik küresel bir toplum mühendisliği ile karşı karşıyayız. Savaşın tozu dumanı içinde gözden kaçan asıl tehdit; küresel toplum mühendisliği ile Müslümanlar'ın bir din olarak İslam'la kurdukları sahih bağın bozulmaya çalışılmasıdır. 11 Eylül sonrası zaferini erken ilan eden Amerika, gerçekte seküler medeniyetin erken çöküşünü kamufle etmeye çalışıyor. Seküler küresel sistem karşısında meydan okuyan İslam'ın değerler sistemi ile aceleye getirilmiş bir hesaplaşmayı yaşıyoruz derinden derine. Burada, sadece seküler küresel sistemin krizi karşısından İslam'ın değerler sisteminin meydan okumasından duyulan korku ve endişe söz konusu değil; bizzat Müslümanlar'ın kendi inanç sistemleriyle kurdukları sahih ilişkinin deforme edilmesi operasyonu sözkonusudur. Yani, İslam dünyasının; demokrasi, insan hakları gibi evrensel olduğuna inanmamız istenen bir modernitenin kodlarıyla şekillenmiş bir medeniyete ulaşmanın karşılığında insanlığı tehdit eden bir din kültürü yükünden kurtulması önerilmektedir. Zaferini erken ilan eden sekülarizmin girdiği krizle eş zamanlı başlatılan bir kültürel savaşla karşı karşıyayız. Terörle savaşın gerçeklik boyutunun ne kadar sahte olduğu çoktan anlaşıldı. Ancak İslam dünyası, küresel sekülarizmin kriziyle birlikte dünyayı tehdit eden bunalım karşısında insanlık onurunu koruyacak, insanlığın önüne yeni alternatifler açabilecek bir birikimin temel dayanaklarını korumakla sorumludur. Bu kendi varoluşu için olduğu kadar hem insanlık hem de tarih karşısında Müslümanlar'a düşen bir görevdir. Bu küresel toplum mühendisliği bir coğrafyanın işgalinden daha tehdit edici tehlikeler içermektedir. Tarihte hiçbir askeri işgal kalıcı olamamıştır. Ancak tarihte belki de ilk defa küresel ölçekte bir medeniyetin değerler sistemiyle oynanmak, değiştirilmek, bir ümmetin dayandığı bütün varoluşsal dinamiklerin deforme edilmesi, inançların ve zihinlerin iğdiş hale getirilmesi operasyonuyla karşı karşıyayız. Yaşanan kriz karşısında bir tür hamaset gibi algılansa da, Müslümanlar'ın varlıklarını, dinamizmlerini koruyabilmeleri iddialarını sürdürebilmelerinden geçmektedir. İddiasını yitiren hiçbir toplum varlığını sürdüremez. İslam dünyasının sahip olduğu ancak yeniden açılımlar kazandırmakla yükümlü olduğu değerlerine insanlığın da ihtiyacı var. Bu İslam dünyasının varlık sorunu olduğu kadar insanlığa karşı da bir görevidir.
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |