AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
||
|
|
Nasıl bir AB istiyoruz?
Türkiye Avrupa Birliği'ne girmek istiyor, peki ama nasıl bir Birliğe? Türkiye'deki tartışmaların artık üyeliğe yönelik "evet/hayır" düzleminden çıkıp, AB'nin geleceğine yönelik tartışmalara katılıma dönüşmesi gerekiyor. Türkiye'nin AB'ye üyelik konusundaki iradesi ve kararlılığı kesin şekilde ortadadır, bunu tartışmak yerine artık içine gireceğimiz Birliğin yapısal dönüşümünü tartışmalı ve katkıda bulunmaya çalışmalıyız. Avrupa Birliği'nin gelecek tasarımı, hukuki ve siyasi çerçevesine yönelik tartışmalar artık Türkiye'ye yansımalıdır, çünkü Türkiye üye olduğu takdirde Birliğin en önemli üç ülkesinden biri haline gelecektir. Peki Türkiye içine gireceği Birliğin nasıl bir formata kaydığına dönük bir tavır içine girmeyecek mi? Yani federal, konfederal veya daha gevşek bir yapılanmadan hangisi Türkiye açısında kabul edilebilirdir? Bu konuyu biraz açalım. Temel soru şudur: AB bir ulus-devletler konfederasyonu mu olacak, yoksa çok daha güçlü bir siyasal bütünleşmeye tekabül eden bir federasyona mı dönüşecek? Sınırlı bir ekonomik işbirliği örgütü olarak doğan Avrupa Birliği zaman içinde giderek hem üyeler bazında, hem de fonksiyon itibariyle genişlemiştir. Siyasal, sosyal ve ekonomik fonksiyonları olan ve dünya çapında bir etkinlik merkezi oluşturmaya çalışan böyle devasa bir bütünleşme projesinin gelecekte nasıl bir şekil alacağı, son dönemin en önemli tartışma konularından biridir. Kısa vadede 25, orta vadede ise 28 üye ile yoluna devam edecek olan Birliğin nasıl bir kurumsal mekanizmayla etkinliğini sürdüreceği, özellikle son dönemde gündemde olan Anayasa ile somutlaşacaktır. Avrupa Birliği tarihinde önemli birkaç adım vardır. Bunlardan birisi bütünleşmenin önünü açan ve Birliğin misyonunu yeniden tanımlayan Maastricht Anlaşması ise, diğeri bugün gündemde olan Anayasa çalışmasıdır. 1999'daki Nice Zirvesi'nde AB'nin geleceğine yönelik bir bildiriyle konu somutlaştırılmaya başlamıştır. Bu çerçevede üye devletlerin yetki paylaşımının ne olacağı, Birlik mevzuatının sadeleştirilmesi, ulusal meclislerin AB'nin gelecek siyasal modelinde nasıl bir işlev ve konumu olacağı ile Temel Haklar Şartı'nın statüsünün ne olacağı gibi konular tartışılmıştır. Laeken Zirvesinde ise kapsam daha da genişletilmiş; ortak politikalar üretilmesi için nasıl bir kurumsal düzenleme ve reform yaşanması gerektiği, Ortak Dış ve Güvenlik Politikaları ve AB yönetiminin katılımcı, şeffaf ve etkin bir model geliştirmesi gerekliliği gibi konular tartışmaya eklenmiştir. Avrupa Birliğinin hem kurumsal yapısını değiştirerek, reforme ederek ve yeni modellere açarak, hem de temel felsefesini, politikalarını ve ortak değer ve hedeflerini yeniden tanımlayarak giriştiği bu çaba, Birliğin kendisine daha etkin bir konum biçmesinin bir neticesidir. Avrupa Birliği giderek genişlemesine ve nicelik olarak büyük bir Birliğe dönüşmesine rağmen, buna paralel bir misyon ve etkinlik kazanamamıştır. Birlik işleyişinde yaşanan kimi sorunlar, üyeler arasında tam bir ortaklık anlayışı olmaması, üyelerin farklı çıkarlarla inisiyatif mücadelelerine girmeleri, Avrupa halkının Birliğe yönelik tam bir bağlılık ve aidiyet hissetmemeleri gibi sıkıntılar Birliğin zaten kendisini gözden geçirmesini gerektirmiştir. Halkların AB yönetimine katılımı ve siyasi-hukuki meşruiyet tartışmaları da bunu zorlamıştır. Avrupa Birliği'nin gelecek tasarımlarında Anayasa'nın bu kadar önemli bir yer alması AB'nin bir "üst devlet yapılanması"na dönüşebileceği çağrışımı yapmaktadır. Anayasa Taslağındaki hususların kapsayıcılığı ve boyutları da "devletleşme" şeklinde bir bütünleşme izlenimini pekiştirmektedir. Yine bu çerçevede Avrupa Birliği'nin isminin değiştirilmesi de gündeme getirilmiştir. Avrupa Birleşik devletleri ve Birleşik Avrupa tartışılan isimlerdendir. AB'nin geniş bir serbest ticaret bölgesi, federasyon veya konfederasyon olması çok temel ve stratejik bir tercihtir. İngiltere ve İskandinav ülkeleri daha gevşek bir işbirliği örgütünden yanayken Almanya ve Fransa'nın daha bütünleşmiş bir yapıyı arzu ettiği anlaşılmaktadır. Ortak para birimi konusunda çekince gösteren üye ülkeler, daha geniş kapsamlı bir bütünleşme ve ortaklık için direnç göstermektedir. Ortaklık zemininin zayıflaması ise Birliğin tek vücud olarak karar almasını ve işlevsel hale gelmesini zorlaştırmakta, bu ise Birliğin gelişen dünya olayları karşısında pasif kalmasına sebep olmaktadır. Birliğin bütünleşmiş bir kurum, ortak değerler zemini ve eşgüdüm halinde hareket eden bir mekanizma olmak yerine daha gevşek bir işbirliği kuruluşu olmasını arzu edenlerin bu irade farklılıkları, her konuda kendisini hissettirmektedir. Bu konularda sadece devletlerarasında değil, devletlerin iç siyasi aktörleri arasında da bir mutabakata varıldığı söylenemez. (Schröder gibi) Alman sosyal demokratları (Fischer'in tersine) federal bir devlet yerine, federal ilkelere dayanan ulus-üstü bir örgütlenme biçimini öngörüyorlar. Tüm bu öngörüler Birliğin gelecek vizyonunu ve yönetimini belirleyecek. Peki Birliğe üye olduğu takdirde en önemli aktörlerden biri haline gelecek olan Türkiye, nasıl bir tavır takınmalı? Bunu biraz tartışmalıyız…
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |