|
|
Seçim ciddileşirken...
MHP lideri Devlet Bahçeli, "3 Kasım'da erken seçim" çağrısı yaparken, acaba işin birdenbire bu kadar ciddileşeceğini düşünmüş müydü? Yoksa çağrısı Ecevit'in algıladığı gibi hükümeti toparlamaya yönelik bir "meydan okuma"dan mı ibaretti? Üstelik, partisinin yetkili kurullarına bile danışmadan yapılmış bir açıklama söz konusu olunca... Oysa, seçimden söz etmeyi "Cin şişeden çıktı ve geri girmesi zor" sözüyle anlatan yaklaşımın gerçekten anlamlı olduğu anlaşılıyor.. İşte MHP seçim çağrısı konusunda "samimiyet ispatı"na davet edilmiş ve MHP grubu imza toplamaya başlamış bulunuyor... Bundan sonra MHP'nin de dönmesi zor, hükümetin diğer ortaklarının seçime direnmesi de zor. Türkiye seçime gidecek. Tekerlek dönmeye başladı. Bu zaten kaçınılmazdı. Başbakan'ın sağlık durumundan kaynaklanan zaaf ve Ecevit-Özkan ilişkilerinde ve onun uzantısı olarak DSP'deki çatlamalar sebebiyle, hükümet Türkiye'yi taşıyamaz hale gelmiş, hükümet içi uyum zedelenmiş, gerek Derviş'in konumu, gerekse Derviş'in siyasi geleceğine ilişkin projeler sebebiyle MHP'de ciddi rahatsızlıklar oluşmuş, AB ile ilişkiler sebebiyle ANAP-MHP ilişkilerinde sancılara yol açmış, bu durum, Ecevit ve Bahçeli kabul etmese bile, hükümetin geleceğine ilişkin "belirsizlikler"i yoğunlaştırmış ve bu durum, zaten perişan hale gelmiş olan ekonomiyi ciddi olumsuzluklar içine sürüklemeye başlamış... Bütün bunların yanında, toplumun her kesimini kucaklayan sivil toplum örgütleri de işin sorumluluğunu "siyasi belirsizliğe" yüklemiş, çözüm olarak da seçimi işaretlemiş bulunuyor. Seçim olmazsa ne olacak? Çıkış?
Acaba Bahçeli'nin Meclis'i 1 Eylül'de olağanüstü toplantıya çağırma ve 3 Kasım'da seçime gitme formülü yeterli bir formül müdür? İki konu önem arzediyor: Birisi seçime hangi Seçim ve Siyasi Partiler Kanunları ile gidileceği... İkincisi, AB ile ilişkilerde hayati bir dönüm noktası olduğu kabul edilen Aralık'taki Kopenhag Zirvesi'ne yönelik hazırlıkların ne olacağı... Bir seçime gitmeden önce, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları'nda değişiklik yapılması birçok çevre tarafından olmazsa olmaz bir zaruret olarak değerlendiriliyordu. Bahçeli'nin seçim çağrısı, böyle bir değişikliği gündeme almıyor. Aynı şekilde Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye-AB ilişkilerinde bir ilerleme olması için en azından siyasi kriterler noktasında AB'nin beklentilerinin yerine getirilmesi şart koşuluyordu. "1 Eylül'de olağanüstü toplantı-3 Kasım'da seçim" demek, Meclis'in AB konusunda da herhangi bir şeye el sürememesi demektir. Ve ekonominin ödeyeceği bedel... Bunlar içinde "seçim sath-ı mailinde ekonominin ödeyeceği bedel" başlığı, bir anlamda ekonominin patronu olan Derviş tarafından telafi edilebilir bulunmuştur. AB ile ilişkilere gelince burada Bahçeli'nin çıkışında ilginç bir nokta vardır. Bahçeli, AB ile ilgili düzenlemeleri yeni gelen Meclis'in yapmasından söz etmektedir. Buradan bir açıdan sorumluluğu yeni Meclis'e bırakma tercihi çıkabilir. Bir açıdan, Kopenhag Zirvesi'ni gözden çıkarmış olmak anlamına ulaşılır. Bir başka açıdan ise, seçimleri "AB ile ilişkiler" zeminine oturtma stratejisinin ipuçları görülebilir. Şunu söylemek yanlış olmaz sanıyorum: MHP, seçimde kategorik olmasa bile, meseleler planında anti-AB bir söylemin sözcülüğünü üstlenebilir. Bu, son olarak TESEV'in kamuoyu araştırmasına yansıyan rakamlara bakılırsa yüzde 30'luk bir anti-AB toplum kesimine ulaşmayı hedeflemek demektir. Bu da, partilerin barajın altından kurtulmak için kâbuslar gördüğü bir zamanda, yüzde kaçına ulaşırsa ulaşsın ihmal edilemeyecek bir oy pastasıdır. Bu tavrın, toplumdaki AB karşıtlığının derinliği ve MHP'nin güvenilirliği ölçüsünde MHP'ye belirli bir oy sağlama ihtimali vardır. MHP adına dikkate değer bir hesap. Peki ya Seçim ve Siyasi Partiler Kanunları'ndaki değişiklikler... Onlar gerçekleşmeden gidilecek bir seçimde ortaya çıkacak kaos tablosu ihtimali... İyi ihtimal, partilerin uzlaşmaya gidip, Meclis'i daha erken bir olağanüstü toplantıya çağırması, gerek AB ile ilgili, gerekse Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları'ndaki düzenlemeleri gerçekleştirip Türkiye'yi Kopenhag Zirvesi'ne ve seçime öylece götürmek... Bakalım seçim telaşı, aklı selime ne kadar izin verecek? VE DSP'DE BABİL KULESİ Siyasetin şu anda en sancılı alanı DSP. En son Ecevit- Özkan geriliminden sonra DSP'nin içi Babil Kulesi'ne dönecek gibi görünüyor. Ecevit DSP için çatıydı, harçtı, tutkaldı, ama bugün ukde oldu. Yani düğüm. Belki onun konumu DSP için daha olumsuzunu, bir kördüğümü akla getiriyor. DSP'de her şey kendine özgü idi. Bugün de parti içi kaos, kendine özgü biçimde gelişiyor. Hüsamettin Özkan, Ecevit'in gölgesi idi, sağ kolu idi, ayrılmaz parçası idi, öyle yakındı ki, bu beraberliği tanımlamak için ne söyleseniz az kalabilirdi. Herkesi şaşırtan bir fani oluş sözkonusu idi Özkan'la Ecevit'in ilişkisinde... Üstelik hükümet bünyesinde, baştan beri sağlık durumu problemli olan Ecevit'in mütemmim cüz'ü durumundaydı. Şimdi Ecevit gölgesi ile boğuşuyor, sağ kolunu kesiyor, ayrılmaz parçasını buduyor... Mütemmim cüz'üne "eksik ol sen" diyor. "Seni ben ürettim ben yokederim" demek bu... Başbakan Yardımcısı yaptığınız birisini birdenbire yoketmeye yönelmek... Türkiye'de kimi makamların ne kadar anlamlı (!) olduğunun bir göstergesi olarak mı algılamalıyız biz sade insanlar bunu? Böyle bir siyasi yapı içinde milletvekillerinin niteliği ne olur acaba? DSP her haliyle klinik bir vak'a durumuna gelmiş durumda.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |