T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sıcak para çabuk soğur...

Başbakan Ecevit'i "rahatlatan" konuların başında, demokrasi ve insan hakları konusunda bir "soru" ile karşılaşmaması geldiğini, kaydediyor bazı yorumcular.

ABD yetkilileri, Türk hükümetine açık destek anlamına gelen sözler sarfediyorlar, bu sözlerin ne kadar gerçekleşeceği ayrı bir konu, ama bu sözler söylenirken Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları konusundaki ajandası hiç gündeme gelmemiş. Tabii, Türkiye'nin ABD'de böyle bir sorguya tabi olması dünden bugüne hoş karşılanacak bir durum muydu, bu ayrı konu, ama düne kadar böyle bir durum varken, bugün neden ABD'nin Türkiye'ye dönük bakışında demokrasinin ve insan haklarının gündemden çıkarıldığını düşünmek gerekiyor...

11 Eylül'le beraber "pax Americana" salt güce dayanan yapısını gözden geçirmekle karşı karşıya kaldı. Bizzat ABD'nin dünya barışını korumak adına tesis ettiği statüko, ABD'nin "asimetrik" bir savaşla karşı karşıya kalmasını doğurdu. Savaş asimetrik olduğu için, sadece güce dayanarak teröristleri mağlup etmek mümkün görünmüyor. Çünkü süper gücün büyük savaş mekanizmasıyla bile, 2 dolara üretilen kimyasal silahlarla sivilleri hedef alan terörizm karşısında başarı elde etmek kolay görünmüyor. Bu durumda tüm dünyada teröre karşı yeni bir "meşruiyet sistemi" kurulması gerekiyor. Ancak böyle olursa, teröre karşı küresel bir mücadele organize edilmesi mümkün olacak ve ucu ve sonuçları tam olarak kestirilemeyen terör ağı ile mücadelede bir başarı kazanılabilecek…

"Teröre karşı güç kullanımı" ile "dünya halklarını yanına alan bir meşruiyet üretme" konusunda bir "denge" gerekiyor bunun için. ABD'nin bu dengeyi kurma konusunda başarılı bir çaba ortaya koyduğu söylenemez. Meşruiyet oluşturma çabaları daha çok güç kullanımının arkasından "yetiştirilmeye" çalışılıyor. Kuşkusuz bu durumun çok uzun süre devam ettirilmesi söz konusu değil. Meşruiyetin uluslar arası düzlemde nasıl oluşturulacağı son derece dinamik bir problem olarak gündemdeki yerini koruyor. 11 Eylül'ün üzerinden zaman geçtikçe ve gelişmeler "psikolojik denklem"lerden çıkmaya başlayıp, "stratejik denklem"lere oturmaya başladıkça, her şey daha bir kristalleşecek.

Bu nedenle "kısa farları" değil "uzun farları" yakan bir siyaset üretmek gerekiyor. Teröre karşı ortak mücadele zemininde en dinamik şekilde yer alırken, bunun neticesinin sadece "sıcak para"ya kavuşmak olarak algılanmaması zorunludur. Aksi halde 11 Eylül sonrasında gerçek bir "siyasal değer üretimi"ne zemin olmak veya "stratejik bir odak" olarak pozisyon almak yerine, sadece dünyada aktifleşmiş olan gücün "manivelası" olarak konum alınmış olur. Bu noktada Türkiye'nin artık sadece jeo-politik konumuna güvenen bir siyasal varlık olmanın ötesine sarkması gerekiyor. Jeo-politiğini bir "mirasyedi" gibi kullanarak ayakta kalmaya çalışmak, Türkiye'yi Arjantin olmaktan "kılpayı" kurtardı. Bu noktada Türkiye ağırlıklı olarak başkalarının işine yarayan bir pozisyon almış oldu, ama bu pozisyonu kendini yeni şartlarda inşa etmenin bir dayanağı haline getirme başarısını gösteremiyor.

Bu nedenle Başbakan'a insan hakları ve demokrasi konusunda soru sorulmaması, şimdiye kadar sorulmasından tamamen farklı bir düzleme geçildiğini gösteriyor. Bu durumda ABD, Türkiye'yi jeo-politiğinden ibaret bir ülke olarak algılamaya sabitlenmiş demektir. Bunun muhtemel sonuçları üzerinde "karar vericiler"in titizlikle durması gerekir. Unutulmamalıdır ki, dünyada en çabuk soğuyan şey "sıcak para"dır. "Sıcak para" elde etmek, "sıcak strateji" üretmek demek değildir…


19 Ocak 2002
Cumartesi
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED