T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ruh sancısı

Ve "en zayıf halka" kopuyor. Kamuoyu sık sık birbirini öldüren veya intihar eden liseli gençlerin haberleri ile sarsılıyor. Genç ölümü zordur. Yunus "Yanar içim, göynür özüm, genç yaşında ölenlere, gök ekini biçmiş gibi" diyor. Zordur.

Kamuoyu çocuklara yönelik cinsel tacizleri tartışıyor. Geldiğimiz noktaya bakın.

Kamuoyuna sık sık, ilköğretim okullarındaki cinsel tacizler geliyor. Küçük yaştaki çocuklara yönelik öğretmen tacizleri, ya da çocukların birbirine yönelik cinsel suçları haber oluyor. Haklı olarak herkes "Nereye gidiyoruz?" diye soruyor.

Çocukların cinsel obje olarak kullanılmasına ilişkin ilk haberler, Honkong'taki küçük yaşta fahişelerle veya Vietnam'da Amerikan askerlerinin çocuk yaştaki Vietnam'lı kızlara yönelik cinsel sömürüleri ile gündeme girmişti. Batı ülkelerinden turlar düzenleniyordu Honkong'a. Fahişe pazarında yaş düşüyordu, her yıl bir üst yaştaki kadınlar, yaşlılar sınıfına itiliyordu ve daha küçük, daha küçük yaştaki kızlar aranıyordu.

Baltık ülkelerinde gittikçe yaygınlaşan "yaşlı intiharları"nı konuşuyor Avrupa. Yalnızlığın canlarına tak ettiği noktada bir şeyler kopuyor insanların yüreğinde ve kurtuluşu canına kıymakta buluyor...

Bunlar hamdolsun yok henüz bizim ülkemizde...

Ama, öteki boyutla, yani genç intiharları ve saptırılmış cinselliğin sonuçlarıyla karşılaşmaya başladı ülkemiz. Zaman içinde daha çok sarsılacağız. Üstelik sarsıntı sadece belirli toplum kesimlerini değil, her kesime ulaşacak. Aynı toplum içinde yaşayıp da, atmosferi kaplayan zararlı mikroplardan kendimizi korumak ne kadar zordur.

Neden bütün bunlar?

Açık açık söyleyelim: Bir ruh sancısı yaşıyor dünya ve biz de bir uçtan o dünyanın içine doğru sürükleniyoruz.

Ve "en zayıf halka" kopuyor.

Darwin'in "tabii seleksiyon" teorisi, "Sosyal Darwincilik" boyutu ile arzı endam ediyor ve çocuklar, gençler, yaşlılar bu sürecin ilk kurbanları oluyor.

Bir uygarlık sancısı demek de doğru buna. Francis Fukuyama Batı uygarlığını "Tarihin Sonu" diye ilân ettiği ünlü makalesinde bir boşluğa da işaret eder. "Manevi boşluk" der buna. Ve Batı uygarlığının bundan doğan mutsuzluğu önleyemediğini ifade eder. Şöyle der:

"Hristiyan, Yahudi ve İslâmî gelenekler içerisinde son yıllarda dini köktenciliğin (fundamentalism) yükselişi artık herkes tarafından bilinmektedir. Dini canlanışın, liberal tüketim toplumlarındaki manevi ve kişilik boşluğuyla birlikte gelen mutsuzlukta geniş bir biçimde kendisini gösterdiği düşünülebilir. Her ne kadar liberalizmin kökenindeki boşluk, liberalizmin ideolojisinden kaynaklanan bir eksiklik olsa da, aslında bu eksikliğin teşhis edilebilmesi için dini bir bakış açısına gerek yok.; liberalizmdeki bu eksikliğin siyasi planda çaresinin bulunabileceği de pek öyle açık değildir. Çağdaş liberalizm, güzel bir yaşamın doğası konusunda bir anlaşmaya varmayı bile başaramayan, tarihsel olarak dini açıdan zayıf bir temele dayanan ve hatta asgari düzeyde bile barış ve istikrarın ön koşullarını sağlayamayan bir yapılanmanın sonucudur." (Francis Fukuyama, tarihin sonu mu? s. 38-39, Vadi yay. 1998)

Batı uygarlığının askeri gücü ve teknolojik tırmanışı yanında Fukuyama'nın bu sözlerine pek az dikkat edilmiştir. Oysa işte bu "manevi boşluk" bir ruh sancısı halinde tecessüm ediyor ve hem Batı medirnezminin etkilediği tüm coğrafyalarda hem de bizde, "en zayıf halkalarımız"ın yüreğine çörekleniyor. Onları koparıyor aramızdan ve biz ah vahlar arasında, "çocuk cinselliğine özgürlüğü" tartışıyoruz.

Evet, açıkça söylemek gerekirse, bu uygarlık bu ruh sancılarını derinleştirecek ve daha çok çocuğumuzu, gencimizi alacak kurban olarak. Kimini satanist diye, kimini uyuşturucu ile, kimini başka bir yolla.

Oysa bizim toplumumuz, bu sancıya düşmeyebilirdi, düşmeyebilir. Biz, "Batı uygarlığının manevi boşluğu"nu da yaşamak zorunda değiliz. Çünkü ruh sancısına karşı "kalbi itmi'nanı - doyumu" bir disiplin haline getirmiş müesseselerimiz var bizim. İslâm'ın bünyesinde oluşmuş bir ruh terbiyesi disiplini olan tasavvufun meşgalesi bu. İnsan kalbiyle Allah arasında kopmaz bir iletişim kurarak, insanı adeta sürekli bir kalbi sığınak sağlamayı amaçlıyor tasavvuf. Yani herkesten kopsan "seninle birlikte olan Biri var." Kur'an'da "Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir" buyuruluyor. Onun beraberliğinin içinizi ısıttığı bir dünya... O dünyamız vardı bizim ve ondan koptuk. Ondan koptuk, yalnızlaştık ve savruluyoruz. En kötüsü çocuklarımız, henüz hiçbir anafor karşısında direnecek güçlerle donanmamış, henüz her savruluşu yüreklerinde en derin sarsıtnı halinde hissedecek kadar duyarlı, henüz hiçbir arsızlıkla kaşarlanmamış çocuklarımız savruluyor.

Biz bu sancıyı yaşamayabilirdik.

"Onları öyle taklid edeceksiniz ki, onlar bir kertenkele deliğine girmeye çalışsalar siz de oraya girmek isteyeceksiniz." İşte şimdi Peygamberimizin uyardığı böyle bir taklid sürecini yaşıyoruz. Neden? Çünkü derin bir aşağılık duygusuna itildik ve bunu tüm müesseselerimizle çocuklarımıza intikal ettirdik.

Çabuk uyanmazsak, çok ağlayacağız.

İçimiz gök ekinin biçilişi karşısında duyduğumuz acıyla kavrulacak.

Kendi yüreklerimizi ve çocuklarımızın yüreklerini Allah bilgisi ile donatmak ve doyurmak... Bana göre Fukuyama'nın "Son insan" diye nitelediği Batı modeli insan bile bunu arıyor.


19 Ocak 2002
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED