|
|
Şimdiki şairlerde
iş yok, öyle mi?
Önceki kuşağın sonradan gelenleri küçümsediğini, onlara dudak bükerek baktığını oldukça erken bir yaşımda keşfettim. Onaltı yaşındaydım. Elime geçen bir aylık dergide, o tarihte bile edebiyatımızın klasikleri arasına girdiği farzedilen ünlü bir yazarla yapılmış olan mülakatta, yeni neslin öyküsü, şiiri üzerine kanaati sorulduğunda, "üstad" yeni neslin ürünlerinde bir şeylerin eksik olduğunu, onların kendi zamanındaki ürünlere denk bir kaliteyi bir türlü tutturamadığını ve benzeri şeyleri söylüyordu. Ben ve arkadaşlarım ise, o tarihte elimize kalemi yeni yeni almaya başlıyorduk ve kendimize göre söyleyecek şeylerimizin olduğunu düşünüyorduk. Kaldı ki, "üstadın" sözünü ettiği nesil, biz de değildik, onun sözünü ettiği nesil, o tarihte yaşı otuzunu çoktan aşmış, belki aralarında kırkını da aşmış olan yazarlardı. Bizim, bir bakıma kendimize örnek aldığımız neslin bize ilerisinde duran bir yazar nesliydi onun genç nesilden anladığı. Bizim, ürünlerine hayranlıkla baktığı, kendine örnek tuttuğu yazarlar, o üstada göre edebiyata yeni bir şey getirmiyordu. İşbu nesil konusu, daha o zamandan benim kafamda belli bir anlam kazandı. Bizim kendimize örnek aldığımız bir yazar kuşağı kendinden sonra gelen için, demek ki, bir hiç yerine konulabiliyordu. Bu görüşteki sakatlığı tesbit etmem gerekiyordu. Böylece daha o zamandan, ben, kendimden sonra gelenlere dikkat etmeye çalıştım. Kuşkusuz ki, bu, benden sonra gelenlerin her yazdığını önyargıyla kabullendiğim anlamını taşımıyor. Ama onları anlayamayabileceğime ilişkin bir ihtirazî kaydı zihnimde saklamam gerektiğini bildiriyor. Aradan yıllar geçtikten sonra, 1970'li yıllarda üstad Necip Fazıl'ın insanların aya gidemeyeceğine ilişkin görüşünü bizzat kendinden işittiğimde, doğrusu fazla yadırgadığımı söyleyemem. O tarihte, Amerikalılar, iki uzay aracını uzayda buluşturmuşlardı. Necip Fazıl merhumsa, bu olayın fizik kurallarına göre mümkün olamayacağını ileri sürüyordu. Bu görüşünü o tarihlerde yayınlanan Büyük Doğu'da da yazmış, hatta bu görüşü paylaşan bir İngiliz gazetesindeki yazıyla da kendine bir destek bulmuştu. Üstadın, aya gidilemeyeceğine, uzay araçlarının uzayda buluşamayacaklarına ilişkin görüşü, esas itibariyle Newton fiziğine dayanıyordu. Gerçekten de o fiziğin verilerine göre düşünüldüğünde, bir kez yerin çekim gücünden kurtulan bir nesne, kurtulduğu anda kazanmış olduğu ivmeyle sonsuza kadar boşlukta ve doğrusal bir çizgi üzerinde akıp giderdi; ona artık yeryüzünden kumanda etme imkânı olamazdı. Ama uzay fiziği Newton'ın kurallarına göre ve daha genelde 17. ve 18. yüzyılların fizik alanındaki paradigmalarına göre işlem görmüyordu ki! Yeni fizik Einstein ve ondan sonra gelenlerin, yani yeni bir fizik anlayışının farklı paradigmalarına göre uygulama alanı buluyordu. İmdi, eski kuşağa mensup bir şairin (şair burada her çeşit yazar anlamında), kendinden sonraki şairleri yoksamasında da aynı mantığın geçerli olduğunu görüyoruz. Eski şair, kendi zamanının estetik paradigmasını yeni şairlere uygulamaya kalkıştığında, ortada yeni hiç bir şeyin bulunmadığını veya yeni diye ortada olan ürünlerin abuk sabuk şeyler olduğunu sanıyor. Böylece hatayı kendi anlayışının eskimişliğinde araması gerektiğini es geçerek kendinden sonra gelenlerde, yeni kuşakta, iş olmadığı yargısına varıyor. Bu vahim yanlışa düşmüş olan şairi artık ancak teneşirin paklayacağını biliyoruz.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |