|
|
Türk jeo-demokrasisi,
Avrasya ve Doğu Akdeniz
İsrail'le imzalanan "tank modernizasyon anlaşması"nın iptal edilmemesi veya en azından askıya alınmaması, bir zihniyet durumunu çıplaklaştırıyor; Türkiye'nin "moral değerleri"nin ve "tarihi dokusu"nun gerekleriyle teması zayıf bir "güvenlik arayışı" ve "asayiş algısı" olduğunu gösteriyor. Çeşitli defalar şahit olunan bir durum bu; güvenlikle ilgili bir adım atılmasına bir şekilde karar verilmişse; bu adımın, toplumun "moral değerleri", "tarihsel bağları" ve "siyasal talepleri" ile çatışması ilk elde dikkate alınması gereken bir nokta olarak değerlendirilmiyor. Geleneksel olarak böyle bir refleksi var devleti yönetenlerin, lakin son olayda bu bir başka zemine sıçramış görünüyor; Filistin olayında toplumun "moral değerleri"nin yönlendiği yer ile yönetim katının ortaya koyduğu tavırlar arasında "kesiklik" var. Siyasetsizleşmenin doruk noktasını oluşturan mevcut hükümetin Başbakanı Ecevit'in tavırları bu noktada iki alanın nasıl ortaya çıktığını gösteriyor. Başbakan, İsrail'in yaptıklarını "soykırım" olarak nitelerken, toplumun "moral değerleri" ile paralel, hatta doz olarak en üst noktada bir tavır ortaya koyuyor, ama tank modernizasyon anlaşmasının iptali için tavır almayarak, bizzat kendi tavrı ve toplumun moral değerleri ile temassız bir yönetim anlayışı üretiyor. Bu temassızlığın ve kopuşun giderek yoğunlaştığını görüyoruz. Zaten siyasetsizleşmeyi besleyen budur. Fakat olay burada kalmaz, bu tip durumların hemen ardından, toplumda kriz alanları ve çatışma eksenleri oluşmaya başlar. Toplum kesimleri ile devlet arasında, toplum kesimlerinin birbirleri aralarında "siyaset"in oluşturması gereken bağ kopar, siyasetsizleşmenin tesis ettiği siyasi türbülans etkinleşir. Güvenlik algılarının moral değerlerden koparak bu derece öne çıkması, çağdaş siyasal değerlerin üretilmesinde kilitlenmelere yol açar. Demokrasi, jeo-demokrasi'ye dönüşür, "demokrasinin bize özgü şartları" denen bir siyasallaşma ortaya çıkar. AB tartışmalarının ortaya çıkardığı gibi, çağdaş siyasal değerlerle beraber güvenlik elde etmenin dışına çıkarak, gerekirse çağdaş siyasi değer üretimi konusunda geri kalmış ama güvenlik konusunda belli bir düzey tutturmuş ülkelerle işbirliği yapılabileceği dillendiriliyor. Avrasya temelinde Rusya ve İran'la, Çin'i de içerecek bir güvenlik mimarisi kurulmasından bahsediliyor veya bir Doğu Akdeniz gücü olarak Türkiye'nin İsrail gibi ülkeleri içine alan bir güvenlik çerçevesi içinde hareket edebileceği dile getiriliyor. Tüm bu arayışlar tek eksenli şekilleniyor: güvenlik. Çağdaş siyasal değerler ve demokrasi bu noktada bağımlı değişkenler haline geliyor. Demokrasi, evrensel standartlardan yapısal bir biçimde kopuyor ve jeo-demokrasi haline geliyor. Jeo-politiğinden başka dünya pazarlarına sürecek sermayesi kalmamış ülkelerin aslında gerçekçi şekilde "güvenlik üretmelerinin" de mümkün olmadığı, sadece "güvenlik tüketen" ülkeler olabilecekleri hatırlanmalı bu noktada. Kuşkusuz Türkiye'nin moral değerlerini radikalleştirerek, güvenlik arayışlarını Ortadoğu denklemine gömmeye yönelen aşırılıkları üreten siyasetçiler yakın geçmişte çıktı bu ülkede. Buna karşı Türkiye'nin moral değerlerinden tümüyle kopuk bir güvenlik algısı üretilmesi de bir başka aşırılık. Tüm bu aşırılıkları dengeleyecek ve anlamlı bir üst noktaya taşıyacak olan ise siyasettir. Siyasetin çok eksenli karakteri bastırıldığı ve tek eksenli arayışlar herkese kabul ettirilmeye çalışıldığı sürece, Türkiye gerçek bir demokrasi ile gerçek bir güvenlik üretimi arasındaki bağları anlamakta hep geç kalacaktır…
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |