|
|
Öyleyse öl Yaser!
Filistin'de şimdi kaç ayrı dram var; kaç evde, kaç yürekte kaç ayrı acı, bugünden kaç farklı kopuş ve gelecekten kaç umutsuz ayrılış var? Onlar da bizim dövündüğümüz ve öfkelendiğimiz gibi mi acı çekiyorlar acaba? Ya da bizim çektiğimiz sancı, onların acısının bir parçası mıdır, kimbilir? Kimin ne için gözyaşı döktüğünü bilinmez ama; hiçbir acının, hiçbir yüreği, doğduğu yürekteki kadar zalimce yaralayamayacağı muhakkaktır. Bunu biliriz zira, nihayet bizim acılarımız da pek tazedir ve dumanı tütmektedir. İki hafta öncesine kadar bir devletin başkanı olarak oturduğu karargahta şimdi tutsak olan Yaser Arafat'ın acısı da öyledir. Ama ona acıyamayız... Çünkü o, bedenleri İsrail tankları altında ezilen çocuklardan birisi değil, bir lider. Kader bu rolü verdiği için ona bir başkasına acındığı gibi acınamaz, ağlanamaz. Çünkü, acınmak bir liderin başına gelebilecek en büyük felakettir. Ve acınmakla ölüm aynı masaya konulduğunda, lider tereddüt etmeden ikincisini seçer. O, coşkulu kalabalıkların, savaşın, kurşunun, bombanın ve bitip tükenmeyen kavganın adamı Arafat'ın masasının üzerindeki Uzi de işte bu tercihin bir ilanıdır. Bu yaşlı ve yorgun adam, ömrünü adadığı Filistin davasına yapabileceği en büyük hizmetin, bu davaya artık canını da adamak olduğunu biliyor. Bir eli silahta, tevekkül içinde hayatının son çatışmasına, yani tarihe yürüyor. Ömrünü adadığı Filistin için en kritik kararın eşiğinde olduğunu iliklerine kadar hissediyor. Hayatının son deminde, yaşının 73'ü bulduğu bu kâbus gibi günlerde dört bir yandan yaklaşan ölümün halkına bırakacağı görkemli ve unutulmaz bir mirasa dönüşmesi için titrek mum ışığında dua ediyor. İhtiyarlığın en acımasız yaşlarında şimdi, bütün stratejilerden, yüksek siyaset hesaplarından ve diplomasinin sahte vaadlerinden uzakta, yapayalnız... Tıpkı yalnız ve umutsuz geçen çocukluğu gibi. Evleri, fallardaki uzun ve kalın hayat çizgisini haber verir gibi, acının her türlüsüne tanıklık eden Kudüs'teki Ağlama Duvarı'nın hemen yanındaydı. Ama çocukluğunu orada yaşamadı çünkü babası bütün topraklarını Yahudiler'e satmıştı. "Bana iki karış Filistin toprağı bırakmadı" diye sitem ettiği babasını hiç affetmedi ama; çocukluğunda olduğu gibi ömrünün son deminde de onu bir karış özgür Filistin toprağına hasret bırakan talih, Yaser'in gözlerindeki parlaklığı hep kıskandı. Halkı ise talihe nazire yaparcasına, ona kendi lisanlarıyla "kurucu" demek olan Ebu Ammar'lığı layık gördü... Onlara bir devlet kuramadı ama yüreğindeki bağımsız Filistin ateşiyle bütün Müslümanlar'ın gönlündeki uyuyan Kudüs hayalini aydınlatmayı başardı. Ve ne yazık ki şimdi, o da herkes gibi bu ateşi söndürüp yorgun Filistin topraklarını bağımsızlık ufkuyla kuşatacak umudun, masasındaki mum gibi eriyip gidişini acıyla izliyor. Hem hayat, hem dünya hatta hem de halkı onu her zaman çifte standartla yargıladı. Ne İsa'ya ne Musa'ya yaranabildi ama ne İsa ne de Musa ondan vazgeçebildi. Şimdi ona, sürgünde geçen uzun yılların ardından hasretle kavuştuğu Filistin'den "git" diyorlar. O ise, önüne konan, halkının ölümüyle kendi onuru arasındaki tercihe isyan ediyor. Yeni bir sürgün için vaktin kalmadığını, gidişin olduğunu ama dönüşün olmayacağını çok iyi biliyor. Gitmek, yenilmek demek. Gitmek, bu güne kadar o topraklarda kalmayı inkar etmek demek. Halkı oradan gidemeyeceğine göre Yaser Arafat da gidemez. Orada kalacak ve dünyanın bütün riyakarlıklarına inat orada ölecek. Amerika'nın, Avrupa'nın, Araplar'ın ve hatta Türkler'in ikiyüzlülüğüne inat. Küresel sistemin diplomasi numaralarına, Arap kardeşlerinin bitmek tükenmek bilmeyen korkularına, İsrail'e bahşedilen tank modernizasyonlarına, talihin ona yüklediği bütün acılara aldırmadan Ramallah'tan çıkmayacak. Şaron'un her saniye daha keskinleşen kanlı kasap bıcaklarının şakırtısına inat orada, o karargahta kalacak. Sadece sözleri değil, gözleri de söylüyor bunu. Bir an gelecek, riyanın insafa mağlup olmasını umacak. İnsanların, Ebu Ammar savaşmazsa, Kudüs için kimsenin savaşmayacağını farkedeceğini umacak. Müslüman kardeşliği diye bir şey varsa bunun, Ramallah'taki yıkık bir binanın en kuytu köşesinde ölümü bekleyen bir kardeş için uyanmasını bekleyecek. Ve kendi kendine şu sözleri mırıldanacak: İnsaf galip gelmeyecek, Kudüs unutulacak ve kardeşlik uyanmayacak mı? Öyleyse...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |