|
|
Berlinli bir kitapseverin hikayesi
Kitap toplamak biraz da kitaplarla ilgili hikayeler toplamak demektir. Çünkü her kitabın bir hikayesi vardır; herbir kitapseverin de... Bu hikayelerin çok azı neşelidir... Gerçekten de her kitapsever için kitapla ya da kendi cinsinden kitapseverlerle alâkalı hikayelerin, hüzün, 'hüzün' ne kelime tam anlamıyla 'iç burkutucu', hatta 'acı' verici bir tarafı vardır. (Böyledir; zira büyük tutkular biraz da trajik tutkulardır ve söylemekten niçin çekinelim, tutkularda neşe aramak humakaya mahsus umurdandır!!) Tanığı olduğum şu anektod kitapseverleri tanımak bakımından yardımcı olabilir: Kitapsever bir arkadaşımın, eski bir dostunun yaşadığı felaketi işitir işitmez ilk iş olarak hemen tanıdığı bir sahafa telefon açıp 25 yılda oluşturduğu devasa kütüphaneyi satmak istediğini duymuştum. Görünürde her iki hadise arasında herhangibir alaka kuramadığımdan bir vesileyle kendisine niçin böyle davranmak ihtiyacı hissettiğini sormuş, o da "Ne bileyim, kederimden herhalde...." demekten başka birşey söylememiş, söyleyememişti. Bu alâkasız gibi görünen tepkinin sebebini aramak az vaktimi almadı. Nitekim bir süre sonra şu açıklamayı -hiç değilse kendi açımdan- ikna edici buldum: İnsanoğlu yaşadığı bir acıyı hep daha büyük bir acıyla sonlandırmak ister. Nitekim o arkadaşım da böyle yapmış ve canından aziz bildiği dostunun başına gelen felaketin acısını dindirmek için, kendisini, çekebileceği daha büyük bir acının tâlibi haline getirerek yıllarca gözü gibi sakladığı o muhteşem kütüphanesini hemen elinden çıkarmak istemişti... 'İntihar' denen şuur kaybı halinin bir kitapseverdeki tezahürü ancak böyle olabilirdi. Başlığa konu olan hikaye, 'intihar' suretine bürünmemiş olsa bile bir kitapseverin sevgisiyle diğer sevgileri arasında kalışının hikayesi aslında... Kahramanımız Walter Benjamin.... Kendisi 1892'de Berlinde doğdu, 1940'da İspanya-Fransa sınırından kaçmak isterken yakalanabileceği korkusuyla intihar ederek genç yaşta hayattan ayrıldı... Ünlü bir yahudi "edebiyat kuramcısı ve eleştirmeni"... Tam anlamıyla bir dil sevdalısı... tutkulu bir kitap kolleksiyoneri... sadece kitap mı, bir de alıntı biriktiricisi.... Capri'de tanışıp aşık olduğu "meslekten devrimci" Asja Lacis ise hikayenin diğer kahramanı... (Birini Bünyamin, diğerini Asya diye yazıp söylemek daha ilginç olurdu ya neyse...) Aralarındaki ilişki (aslında: tek taraflı aşk) bir iki yazıyla özetlenebilecek türden değil... Bu bakımdan merak edenlere Metis'ten çıkmış olan Moskova Günlüğü'nü okumalarını salık verebilirim. Hikayemiz de zaten bu kitaptan... Cemal Ener'in kitabın sonunda yer alan bir değerlendirme yazısından... Önce kısa bir bir bilgi notu: - Benjamin'in duygu ve izlenimlerini gizlemeyen, tersine kolayca dışa vuran bir kişilik yapısına sahip olduğunu belirten Lacis, Benjamin'in bu özelliğinden çok hoşlandığını, bu yüzden de sık sık küçük sürprizler yaparak kendisini sevindirmeye çalıştığını yazar ve Berlin'de yaşadığı bir olayı anlatır. Şimdi de hikayenin kendisi: - [Asja Lacis] Benjamin'in daveti üzerine Berlin-Grunewald'daki eve gitmiştir. İçeriye girdiğinde Benjamin'in kendisi için mükellef bir masa donatmış olduğunu görür. Yemek sırasında Benjamin ayağa kalkar ve abartılı bir jestle kitaplarını göstererek "Bir tanesini seç" der, "hangisini istersen!" Pek de kolay bir iş değildir bu, çünkü duvarlar yerden tavana kadar kitapla doludur. Lacis kitaplığa yaklaşır ve cilt sırtı altın sarısı renkte, ince bir kitabı gözüne kestirir: - "Bunu istiyorum!" Benjamin sapsarı oldu, kısa bir sessizlikten sonra, boğuk ve hırıltılı bir sesle konuştu: - "Bu Stella'nın ilk baskısı...." Ardından da kendi kendine mırıldandı: "Bunu düşünmeliydim...." Kitaplara duyduğu tutkuyu tanıyordum ve Stella'yı yitirmenin ona acı vereceğini anladım. Ancak kitabı geri versem, katiyen kabul etmezdi. Aklıma bir fikir geldi: Kitabı masanın üzerine attım ve "Yüz Mark" dedim. Derhal cüzdanını çıkardı." Artık yorum yapmamalı, anlamaya çalışmalı....
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |