T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Şarbonunuz kurusun, emi...

Londra'da yaşayan bir okurum, programı izler izlemez "Mutlaka siz de görmelisiniz" diye mesaj gönderdi; bir teklifi de yerli televizyon kanallarından birinin 'Şarbon kâtilinin peşinde' adlı bu merak gıdıklayıcı belgeseli ekranlarına taşıması... Kendi hesabıma, hakkında birkaç yazı yazdığım konuya BBC'nin el atmasından ciddi bir mutluluk duydum.

Konuyu hatırlayacaksınız. 11 Eylül uğursuz eylemlerinden kısa bir süre sonra, ABD'nin öndegelen televizyon sunucularına, gazetecilerine, ünlü senatörlere kapalı zarflar içerisinde 'şarbonlu mektuplar' gönderilmeye başlandı. Mektubu koklamanız öldürücü hastalığın pençesine düşmeniz için yeterli oluyordu. Mektupların hedefi ünlüler tedbirli çıktı, ancak 'şarbonlu mektuplar' yüzünden, bazısı postacı bazısı hemşire, beş kişi hayatını kaybetti, 18 kişi yaralandı.

Hâinâne bir saldırıydı bu. Şarbonlu mektubu hazırlayan, metni, Latin alfabesine sonradan alışmış Müslüman birinin eseriymiş gibi yazmıştı. İngilizce metinde "God" sözcüğü yerine Arapça "Allah" kullanılıyordu. Belli başlı sözcüklerde yazım hatası da ihmal edilmemişti. 11 Eylül sonrasıydı ve dünyanın her tarafındaki gazetelerin, "El-Kaide seçilmiş hedefleri şarbonla tehdit ediyor" manşetleriyle çıkması kaçınılmazdı. Kendisini tehdit altında hisseden sıradan Amerikalının, İslâm Dünyası'na düşmanlığı, 'şarbon paniği' yüzünden biraz daha büyüdü...

'Şarbon', uzmanların verdiği bilgiye göre, nâdir bulunan bir hastalık taşıyıcı. Gönderilen cinsten zenginleştirilmiş 'şarbon' üretebilen laboratuar sayısı ABD'de bile fazla değil. Daha önemlisi de şu: Şarbon üretilen birkaç laboratuarın neredeyse tamamı askeri araştırma merkezleri... Bir yere şarbon göndermeye kalkan kişi, ne kadar kimliğini gizlerse gizlesin, altına imzasını atmış gibi oluyor...

Ancak, aradan bir yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, Amerikalı yetkililer, ellerindeki malzemeleri değerlendirip mektupları gönderen kâtile bir türlü ulaşamadılar. Hem de, kendisini bu pis olayın arkasındaki kişiyi bulmaya neredeyse adamış saymamız gereken önemli bilimadamları adres de gösterdikleri halde...

Aslında gerçeğe ulaşma konusundaki kayıtsızlığın sebebini anlamıyor değilim. 11 Eylül sonrasındaki panikten FBI da nasibine düşeni aldı ve mektup yazarının vermeye çalıştığı izlenim istikametinde yürüttü soruşturmasını... Aradığı, ABD üniversitelerinde okumuş, hayatını orada idame ettiren Müslüman bir bilimadamıydı. "Şarbona ulaşmaları imkânsız" denilen biyokimyacıları bile, sırf İslâm Dünyası'ndan ABD'ye geldikleri için, rahatsız etmekten geri durmadı FBI... Hatta, bir ara, "İşte suçlu" diye bir Arap bilimadamını afişe edecek bile oldu...

BBC'nin önceki gün yayımladığı 'Şarbon kâtilinin peşinde' belgeseli, konunun en ileri uzmanı sayılan Prof. Don Foster'in verdiği bilgilere dayanıyor... Bugüne kadar kimselere konuşmayan Foster, işin daha fazla uzamaması için olmalı, ağzını açmış ve iyi de yapmış... Söylediği şu: "Amerika'yı paniğe sürükleyen, beş kişinin canını alan şarbonlu mektuplar, CIA ile işbirliği yaptığı bilinen iki uzmandan birinin elinden çıkma..." Şarbon mektupçusunu arayan FBI, istihbarat birimleri arasındaki rekabet yüzünden sonuca ulaşamadı Prof: Foster'e göre...

Prof: Foster bir bilimadamı, ama kafası bir dedektif gibi çalışıyor... Uzun yıllar Amerika'yı meşgul eden 'Unabomber' lâkaplı mektupla bomba gönderen 'entel kâtil'in Harvard eğitimli toplum kaçkını Ted Kacziynski olduğunu o tespit etmişti. Bill Clinton'un seçim kampanyası sırasında yaşananları renkli bir üslupla kaleme alan 'Primary Colors' adlı romanı 'Adsız' lâkabıyla yazan gazetecinin, romanda kullanılan üslup ve yazarın sözcük seçiminde hareketle, Newsweek'ten Joe Kline olduğunu ilân eden de oydu... Aynı yöntemi mektuplara uygulayan Prof. Foster, "Bunları, istihbarat câmiasıyla ilişkisi olmayan biri yazmış olamaz" iddiasında...

Belgeselle ilgili bilgileri aldığım BBC sitesinde, Foster'in ağzından, "Bu işi yapan kişi olağanüstü vatansever biri; şarbonlu mektupları göndermekle ülkenin biyolojik savaşa ne kadar hazırlıksız olduğunu göstermek istemiş" cümlesinin aktarıldığını duyunca güldüm. Bizde de, pek çok pis iş, benzer gerekçelerle yapılmadı mı geçmişte?

Siz de, Prof. Foster'in mektup yazarını hoşgörmeye hazır olduğu hissine kapılmış olabilirsiniz. "Amacına eriştiği için kâtil bundan böyle saldırmayacaktır" diyen Foster, "Amacına ulaştı çünkü" diyor... "Bugün bütçeden milyonlarca dolar bu alandaki araştırmalara sarf ediliyor; şarbon antibiyotiği de halkın alabileceği kadar yaygınlaştı..." Ben bu cümlelerden, bunu yapanın paragöz bir kâtil olduğunu çıkardım...

Bu ayın başlarında, şarbonlu mektuplar konusunda Dr. Steven Hatfill'i suçlayan yazılar çıktı Amerikan basınında; FBI da Prof. Foster'in tanımına uyan Hatfill'in evini bastı... Prof. Foster'in "Ya o, ya da bu" diye suçladığı iki kişiden biri o olabilir. Kendisi, ısrarla, "Ben değilim" dese bile...

O kadar insanın canını alan ve adresi bilinen bir kâtili yakalamada Amerikan sistemi ne kadar nazlı davranıyor, görüyorsunuz... Allah muhafaza, ya, o şarbonlu mektupları gönderen bir Müslüman olsaydı?

Okurum haklı, belgeseli bizim televizyonların ekranlarına mutlaka taşımalı.


20 Ağustos 2002
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED