Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Ya Avrupa ya Ankara...Çarşamba günü "Ankara kargaşası" başlıklı yazımı gazeteye teslim ettikten sonra İstanbul'dan Avrupa'ya uçtum. Uçakta, yanıma aldığım Tarih Vakfı'nın İstanbul-Ankara karşılaştırmasına dair çok ilginç gözlemleri ve değerlendirmeleri içeren makalelerin yer aldığı üç aylık dergisini okudum. Bunlardan biri, Meltem Ahıska'nın " 'Yapay' Ankara Karşısında 'Hakiki İstanbul' " başlıklı yazısıydı. Bu yazıdan bölümler: "... Ankara sonunda kendini dayatan gerçekler karşısında yenildi. 'Ankara, Ankara, güzel Ankara...' kulak tırmalayıcı bir şarkıdır artık; kimsenin yüreğini hoplatmaz, kimsenin gözünü yaşartmaz. Tarihin tecellisine bakın ki, Avrupa'nın karşısına çıkarken Türkiye Ankara'dan hafifçe utanmak zorunda kalıyor bugün. Eskimiş, meşruiyetini yitirmekte olan bir politik yapının merkezi olarak Ankara'yı eteğinin altına saklamaya çalışıyor. Resmi söylemin bugün yaşadığı temsil krizi artık Ankara'yı, bir zaman olduğu gibi, saf olanın yeri olarak düşünmeye engel; idealler hayli kirlenmiş durumda. Milliyetçi kartografi çoktan bozulmuş, iğdiş edilmiş. ... Ankara sonradan olma bir yerdir ve temsil ettiği tek şey kendi kurucuları gözünde bile bir türlü güdük olmaktan kurtulamayan Türk milliyetçiliğidir. Batı'ya kendini kabul ettirme telaşında olan seçkinler için acımasız bir ikilemdir bu. Bir yandan kendi varoluş nedenleri olan milliyetçiliğe ayrı bir mekan oluşturmak ve bu mekanı yeni hayat bulan milletin işareti olarak kullanmak, öte yandan bu mekan ile Batı'nın gözünde (ki, bu da seçkinlerin var olan pratikler içinde yorumladığı bir göz) bir türlü rüştünü ispat edip kabul görememek... Nerden bakıldığına bağlı olarak da Ankara ya millet ideallerinin şeması ya da resmi söylemin hakikatten uzak, baskıcı ve fakir bir taslağı olarak görünmeye devam eder." Peki ya, tanınmış düşünür Henri Lefevbre'ın şu sözleri, aslında Ankara'yı anlatmıyor mu: "Bir anıt prestijini yitirmişse ya da sadece inkar edilemez bir baskı ve bastırmayla ayakta durabiliyorsa, karmaşa kaçınılmazdır." Günlerdir, haftalardır, aylardır Ankara endeksli, Ankara eksenli, Ankara kaynaklı, Ankara referanslı tartışmalarımız, polemiklerimiz ve yorumlarımızın düşünce dünyamızı nasıl bir kısır döngü içine rehin aldığını düşündüm ve niçin böyle olduğunu, bu ve dergideki buna benzer satırlarda bir kez daha keşfettim. Ankara kargaşası! "Müflis bir proje"den anlamlı ve heyecan verici bir sonuç çıkamaz. Çıkmıyor zaten. Kargaşa ve kısırlık çıkıyor. Darmadağın olmuş sosyalist başkentlerin betonda ihtişam arayan mimarisini andıran iri ve muhkem devlet dairesi binalarıyla aslında üretim dışı bir "garnizon şehri" olan Ankara, artık Türkiye'nin "içe kapanma projesi"ni temsil eden kötü dekorlu bir sahneden başka bir şey değil. Ankara endeksli, Ankara eksenli, Ankara kaynaklı, Ankara referanslı tartışmalarımız da, ister istemez, zihinlerimizi "içe" döndürüyor, zekamızı törpülüyor, sağduyumuzu kemiriyor. "Ankara tuzağı"nda kapana kısılıyoruz. Burnumuzun dibinde, "El-Aksa İntifadası"nın sarsıntıları arasında Filistinliler ve İsrailliler vuruşurken, saate karşı yarış halinde barışçı çözüm müzakerelerini yürütüyorlar. Bu arada, "Lübnan kasabı" Likud lideri Ariel Şaron, Ehud Barak'ın oy desteğini ikiyi katlamış, 6 Şubat'ta yapılacak İsrail seçimlerinde iktidara yürüyor. Filistin-İsrail ve genel olarak Ortadoğu eksenindeki gelişmeler, Türkiye'ye neler getirebilir, neler getirebilir? Kafa yoran oldu mu? Ankara'nın gözünde, iki Iraklı Kürt liderden "kötü adam" olanı Celal Talabani ile Ankara "balayı"nda. Mesut Barzani ile Celal Talabani arasında yıllardır raslanmadık bir yakınlaşma söz konusu. "Ankara süreci" aralarında ve hem de Madeleine Albright'ın huzurunda imzaladıkları "Washington Anlaşması"nın yerine ikame edilmek isteniyor. Buna Kürtler istekli. Saddam, her iki Kürt lideri Bağdat'a davet etti. Bağdat yerine rotayı Ankara'ya çevirmeleri, Tarık Aziz'i çok sinirlendirdi. Bütün bunlar ne demek? Kuzey Irak ve Irak, nereye gidiyor? Türk kamuoyunun olan-bitenden haberi var mı? Peki, Türkiye'nin hangi "stratejik kavşak"a gelip dayandığının farkında olan var mı? Türkiye'nin önünde iki seçenek uzanıyor: Biri Avrupa Birliği yönünde yol alması; diğeri ise kaçınılmaz olarak ve "devletçi-milliyetçi" söylemle beslenerek bölgesinde "yalnız" kalması. Bölgeye hapsolarak yalnız kalmak ise, yine kaçınılmaz olarak, "Amerikan jandarmalığı"nı üstlenmek demek. Bu ikincisi Ankara'dan yola çıkan ve Ankara'ya varan yol. "İç politika" açısından anlamı ise, rejimin "askerileşmesi"... Avrupa Birliği yönü ise, "iç politika"da demokrasiyi; Ankara'dan uzaklaşarak "dış"a açılmayı gösteriyor. Türkiye'yi ve zihnimizi, "Ankara kargaşası"ndan kurtarmayı da...
ccandar@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|