Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Tercüme solculukDeniz Baykal'ın Şeyh Edibali'nin Osman Gazi'ye öğütlerini içeren levhayı odasına asmasına karşı partisi içinden gelen tepkiye verdiği cevap Türk solunun açmazlarını ortaya koyuyor. Bu anlamda Baykal'ın, gazetelere yansıdığı kadarıyla, demecini önemli buluyorum. Türk soluna ilişkin değerlendirmelerine göz attığımızda Türkiye'deki elitist ve statükocu aydınlanmanın adı olan solculuğun temel açmazlarını farkeden/arayan bir solcu lider portresi ortaya çıkıyor. Aynı zamanda Türk solunun nasıl olursa kurtuluşunun formül arayışı olarak da okumak gerekir: "Tercüme bir hareket olmadığımızı, bu toprağın, bu tarihin, bu insanın, bu kültürün uzantısı bir siyaset olduğumuzu iftiharla, göğsümüzü kabartarak söyleyeceğiz" diyor Baykal. Bu sözlerin, Türk solunun şahsında mücessemleşen kendi toplumuna, tarihine yabancılaşmanın, Cemil Meriç'in deyimiyle "yerli olan değerlere karşı olmanın", tepeden inme modernleşme projesinin kısa bir özeti anlamına da geliyor: tercüme solculuk. Baykal'ın çelişkisi şu ki, tercüme solculuğun dışında yerli bir solculuk da mevcut değildir. "Türkiye'nin bazı aydınları maalesef bu gerçekleri kavramış değildir. Kavramadıkları için topluma çok kere ters düşmüşlerdir ve yabancılaşmamızın, etkisiz hale dönüşmemizin altında yatan nedenlerin arasında bunlar vardır." Bu sözler toplumsal, tarihsel ve kültürel temelleri olmayan Türk aydının kendine yakıştırdığı "sol" sıfatının toplumsal olarak neden rağbet görmeyişinin geç de olsa itirafıdır. Muhalif olmaktan çok statükoya eklemlenerek/beslenerek meşruiyet (daha doğrusu sosyal ve ekonomik anlamda itibar) kazanmanın, özgürleştirici olmaktan çok bağlı olduğu otoriter zihniyete destek vererek hayatiyetini sürdürme alışkanlığındaki Türk solunun kaderi bu derin çelişkiyi sürekli yaşamaktır. Sanırım Baykal bu derin çelişkiyi en sarsıcı biçimde yaşayan liderlerden biri olsa gerek. Bir yanda altı oka sahip çıkarken diğer tarafta tarihle barışık olma, kendine tarihi ve toplumsal köken/meşruiyet arama adına Şeyh Edibali'ye yönünü çeviren bir siyasal hareketin başında olmak; irtica ile mücadele adına toplumun var eden dinamiklerini yok etmeye yönelik operasyonlara destek vermek bu çelişkinin günübirlik uzantılarıdır. Şu sözlerin muhatabı sağ olduğu kadar solun kendisidir de: "Sağ dediğiniz ne? Otorite, hiyerarşi, para, servete tebaiyet, yarışma... Bunların tam tersi var bu kültürün içinde. Bu kültürün içinde barış, kardeşlik, sevgi, insan eşitliği var. Türkiye'de bu neyi besleyecek? Sağı besleyecek. Böyle bir şey olabilir mi? Bu nasıl çarpıklıktır? Biz bu çarpıklığın tutsağı mı olacağız?" Aslında sosyolojik anlamda da felsefi anlamda da sol ve sağın Türkiye'de karşılığının olmaması Türk düşünce ve siyasi hayatının temel çelişkisidir, açmazıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren muhalif tavrından, iddiasından vazgeçerek güç ve iktidara ram olan sol, hatta sosyalist hareket/düşüncenin sağ ithamına maruz kalan geniş kitleler olanca sukunet içinde "sol" bir misyon yüklenerek, muhalif unsur olmanın tüm sosyolojik ortamını yaşattıkları bir vakıadır. Sol ve sosyalist hareketin baştan kaybettiği bu zemin ve kültürel taban yokluğu, geleneksizliği ve statükoculuğu nedeniyle, Şerif Mardin'in deyimiyle, dünyanın en yeteneksiz sosyalistleri Türk sosyalistleridir. Sonuç olarak Türk toplumuna sol kadar sağ da yabancı bir kavram. Her ikisi de kavramsal kökenleri ve toplumsal karşılıkları bakımından bir tekabüliyeti temsil etmemektedir bu toplumda. Tuhaf biçimde her biri kendi içinde paradoksal roller ve tanımlamalar yüklenerek varlığını sürdürmeye çalışıyor. Cemil Meriç'e hak vermemek elde değil: Türkiye'de sağ-sol yoktur, dürüst olan ve olmayan insanlar vardır. Tüm çelişkilerine ve CHP'ye rağmen Baykal'ın çıkışını dürüst bir çıkış olarak değerlendiriyorum.
aemre@kaynet.net.tr
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|