|
|
2001'de kıtlık korkusu
Ekonomik kriz ve ardından çıkarılan tütün ve şeker yasaları, dar gelirli vatandaşlara şeker ihtiyacının dut, sigaranın ise mısır püskülüyle giderildiği kıtlık günlerinin korku ve sıkıntısını yaşatmaya başladı. Ülkede yaşanan ekonomik krizin, ekonominin can damarı olan tütün ve şekere de yansıması, dar gelirli vatandaşlar arasında 'Kıtlık günleri geri mi geliyor' endişesine yol açtı. Kriz, köylü ve dar gelirli vatandaşa, şeker ihtiyacının dut, kuru üzüm ve pekmezle, sigaranın tütün veya mısır püskülüyle giderildiği tek parti dönemindeki kıtlığı hatırlatıyor. Vatandaş bir daha, duta, pekmeze ve tütüne muhtaç olmaktan korkuyor. Çok değil yaklaşık 50 yıl öncesine kadar şekeri bilmeyen ve şeker ihtiyacını dut, kuru üzüm ve pekmezle gideren, tütünü kaçak içen ve bulamayınca da mısır püskülü sarıp sigara yapan köylü ve dar gelirliyi 2001'de de aynı korku sardı. "Tekrar duta, pekmeze ve tütüne mi muhtaç olacağız" korkusu.
Para bulmak çok zordu
Biz de şekersiz, tütünsüz bir hayatın nasıl olacağını tasavvur edemeyenler için, yaşları 70'in üzerinde olan yaşlılardan şekersiz, çaysız, tütünsüz ve paranın olmadığı zaman ki yaşantıları üzerine konuştuk. Daha önce çıkarılmış olan şeker ve tütün yasasının ardından yaşadıkları sıkıntıları bugün gibi hatırlayan 70 yaşındaki Ramazan Yeşilaltın, o günleri şöyle anlattı: "Bizim çocukluğumuzda çay ve şeker çok pahalı olduğu için evimize giremezlerdi. Anamız, bize çay yerine dut, kayısı gibi meyvelerin kurusundan içecek hazırlardı. Tütünü ise evimizin arka bahçesine gizlice ekerdim. Suriye'den bile benim ektiğim tütünden almaya gelirlerdi. Tütün bulamadığımız zaman ise mısır püskülünün üstünde kalan kısmı kurutur küçük küçük parçalar, kuru yaprağa veya bulursak kağıda sarar içerdik. İçtikçe başımız döner. Bir süre ayağa bile kalkamazdık" Bugün alınan ağır vergilerle her gün bir esnaf dükkanını kapatmak zorunda kalırken, bir zamanlar alınan ağır vergiler nedeniyle dün de köylünün elinde avucunda bir şey kalmadığını söyleyen Hasan Delibekiroğlu ise "Köylünün elinde avucunda ne varsa devlet vergi adı altında köylüden alırdı. Atı, koyunu, eşeği, katırı.. neyi varsa devlet memuru gelir sayar ve hepsinin üzerinden o günün parasıyla yüklü miktarda para isterdi. Ektiğin tarlaya gelir bakar ve buradan bana 'şu kadar buğday vereceksin' der giderdi. Köylü o tarladan kendisinden istenen miktarda ürün alamazdı ki bir de devlete versin. Köylü ne yapsın? Elinde ne varsa satar vergisini verirdi" diye konuştu. O günlerde para bulmanın çok zor olduğunu söyleyen Delibekiroğlu, "Devlet kişi başına karayollarını yaptırmak için 6 lira alırdı. 6 lirası olmayan ya hapis yatar ya da dağlardan sırtından taş taşıyarak yol yapımında çalışırdı. Benim param olmadığı için 1 ay sırtımda gece gündüz taş taşıyıp Sivas-Refahiye karayolunda çalıştım. Eve döndüğümde yine benden 6 lira istediler. Param yok deyince kapıma Jandarma dayandı. O gün de eşim elbisemi çıkarıp yıkamış, ateşte kurutmaya çalışıyordu. Ben de giyecek başka elbisem olmadığı için yorganın altında elbisemin kurumasını bekliyordum. Jandarma beni hapse götürmek için geldiğinde, karşılarına çıkacak elbisem olmadığı için kapı önüne gidememiştim" diyerek o günlerdeki yokluğu ve ağır vergileri anlattı.
ÇAYI AĞALARLA PAŞALAR İÇERDİİkinci Dünya Savaşı yıllarında 5 yıl askerlik yapan ve yaşadığı sıkıntıları bugün bile hatırladıkça, "Allah bir daha o günleri bize göstermesin" diyen 82 yaşındaki Hasan Delibekiroğlu, o günlerde şeker ve tütün yüzü görmediklerini belirterek, "Çay, şeker, tütün ne bilmezdik. Bunları yalnız ağalar, paşalar içerdi" dedi.
Çamaşır suyunu bile evde yapardık
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv Bilişim| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |