T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sağ siyasete gereken 'sol duruş' ve Arjantin olmamak...

Sağ siyasetlerin tek alternatifinin yine sağ siyasetler olduğu bir ülkede, 'toplumsal yaşam üzerine sağlıklı bir tefekkür' üretilmesi mümkün müdür? Hayır.

Sağın 'siyasal genetiği' varolanın meşrulaştırılmasından öteye gitmez çünkü.

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren bu konuda ayrıksı bir yeri olan Türkiye, bunu Özal dönemi ile tamamen kaybetmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 'siyaset' düzeyinde sol'un savrulduğu devletçiliğe karşı, DP ile ortaya çıkan sağ adını koymadan görece 'sivil toplum'u savunan bir pozisyon almıştır. Fakat Özal dönemi ile beraber, 'sivil toplumculuk' üzerinden 'varolanın meşrulaştırılması'na ve 'siyasetin ideolojiden arındırılması'na kaymıştır bu yol.

Dünyada 'yeni sağ' adına varolanların ('kutsal piyasa ideolojisi') meşrulaştırılmasının, Türkiye'deki 'devletçi statüko' ile çatışması bir 'değişim' gibi algılanmıştır. Oysa olan biten 'piyasa statükosu' ile 'devletçi statüko'nun karşı karşıya gelmesinden ibarettir..

Özal'ın 'dört eğilimi birleştirme' siyaseti, aslında 'piyasa statükosu'nu tek 'siyasal belirleyici' kılma adına kurgulanmış 'tek eğilimin dört parçalı ifadesi'dir. Bu, bir 'değişim' gibi algılanmıştır ve algılanmaya devam etmektedir. Otorite ile çıplak bir yüzleşmeye yanaşmayan, bunun yerine otoritenin kendi işine yarayıp yaramadığına göre ayarlanan'muhafazakar-milliyetçi-islamcı' kesimler açısından Özal dönemini bir değişim dönemi gibi algılama yanılgısı hala bu nedenlerle sürmektedir.

Özal döneminin tipik bir örnek olduğu, 'değişim'i algılamayı 'kırılganlaştıran' bir zihniyet şemasının entelijensiya üzerinde yaygın bir hakimiyeti var Türkiye'de. Bu nedenle 'değişim'in en acil ihtiyaç olduğu bir dönemde 'solculuk bir hastalıktır' gibisinden, insani varoluş adına utanç verici iddialar dillendirilebiliyor. Bir yandan değişim talep edip, öte yandan sol'u tarih-dışı saymaya yönelen zihniyet şemasının Türkiye açısından son derece dikkatli izlenmesi gereken bir işlevi var.

'Değişim' büyük sermayenin dillendirdiklerinin gerçekleşmesinden ibaret algılanıyor. Oysa gerçek bir değişim, birden çok değişim projesinin bir siyasal kompozisyon olarak statüko ile hesaplaşmasıdır. Bugün 'piyasa', sevinen, siyasete tepki veren ve siyasetçileri cezalandırabilen canlı bir varlık gibi algılandığından, değişim adına sadece 'piyasa' temsilcilerinin sistemden talep ettikleri görünürleşiyor. Siyaset güçsüzleştirildiği ve değişimin toplumsal yönünün takipçisi olması gereken 'sol duruş' siyasi düzlemden öncelikle sol partiler tarafından tasfiye edildiği için, ortada değişim adına sadece değişimin ekonomik katmanlarına bakan bakışaçıları dolaşıyor. Zaten bunun dışında bir şey savunmak, anında, küresel dünyanın gerçekleri ile çatışmak olarak algılanıyor.

Oysa tek küresel gerçek 'insan'dır ve toplumsal varoluşu/erdemi omurga yapmayan hiçbir değişim projesi meşru değildir. Siyasetin en temel işlevi de bu meşruiyet alanını sürekli 'güçlendirmek' ve 'güncellemek'tir.

Türkiye'de ise bunun görmezden gelinmesi üzerinden bir 'değişim' tartışması yapılıyor. Ali Bayramoğlu yazılarında Özal dönemi değişim modelini 'devlet merkezli değişim modeli' olarak tanımlar. Bugün önümüzde bunu detaylanmış hali olarak devlet eliyle 'piyasa kodlu değişim modeli' var. Olayın insani yanı, toplumsal katmanı ise yok. Bu çerçeve üzerinden yürütülen bir de 'Türkiye Arjantin olmamak için ne yapmalı?' tartışması var. Arjantin olmamak için önerilenler, 'devlet eliyle piyasa kodlu değişim modeli'nin tipik bir örneği. Bu ise 'değişim' ile 'demokrasi' arasına mesafe koyacak bir yaklaşımdır. Bunun sonucunda toplum adına sahici bir değişim elde edilemeyeceği çok açıktır.

Türkiye'nin keşfetmesi gereken 'siyaset merkezli değişim'dir. 'Değişim' ve 'demokrasi' arasında bir 'siyasal gerilim' olmamasının yolu budur. Siyasetin yeniden dirilmesi ve gerçek işlevini üretmesi bunun için gerekli. Ve dünyanın yeniden anlamaya başladığı ama Türkiye'nin anlamaya direnç gösterdiği şey ise, piyasanın küreselleştiği bir dünyada gerçek değişim için düşünceye ve siyasete dinamik bir 'sol duruş'un hakim olması gerektiği. Toplum adına bir değişim için hayati önemde birşey bu. Yoksa herkes değişim adına sadece sabit kur ve dalgalı kur tartışması yapan bir piyasa ideolojisine teslim oluyor.

'Toplum eksenli bir değişim' için siyaset merkezli bir dinamik ve siyasetin merkezileşmesi için de 'sol duruş'u temellendiren bir siyasi algı gerekiyor. Bu özellikle sağ için geçerli. Sol siyasetlerin sağa kaydığı, gerçek sol siyasetlerin çok azaldığı bir dünyada, sürekli 'millet' diyen sağın en çok sahip olması gereken şey bu 'sol duruş'...


22 Aralık 2001
Cumartesi
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED