|
|
Türkiye'nin sigortası o küçük kız çocuğuydu...
Dünyanın en büyük "rating" kuruluşu Standart&Poors, Türkiye'yi, dolayısıyla uygulanmakta olan ekonomik programı yerden yere vuran ünlü raporunu yayınladığında, kimilerinin yüreği ağzına gelmişti: "Bu defa kesin patlar..." Piyasalarda güven kalmamıştı. İşler kötüydü. Enflasyon hedefine ulaşılamamış, IMF kredileri akla-hayale gelmedik şartlara bağlanmıştı. İlk ikisinden de büyük bir kriz kapıdaydı. Ama patlamadı. Standart&Poors da, hükümete yönelik halk tepkisinin sosyal patlamaya, sosyal patlamanın "devrim"e dönüşeceğini uman "sosyal içerikli" meslektaşlarımız da yanıldılar. Gerçi, 1789 ve 1917 benzeri bir "sosyal kalkışma" yaşanmazdı; buna öncelikle tarihimiz, sınıfsal görünümümüz, sosyal dokumuz, daha da önemlisi "genetik" yapımız izin vermezdi ama, belli mi olur, büyüme istidadı gösteren lumpen ve ayaktakımı tepkisi, süreç içinde can sıkıcı boyutlara varabilir, ülkeyi, yeni bir Hitlerjugend kuşağını icbar ettirecek noktalara getirebilirdi. Siyasetbilimciler "faşizm" tabir ediyor buna. Başımıza gelmesinden korktuğumuz o "şey"i zaten idrak ttiğimiz, Türkiye'nin görüp göreceği en büyük belayı, bir tür "alaturka faşizmi" mündemiç İttihatçı şizofreniyi yaşadığımız için, böyle bir tehlike de mevcut değildi. Peki niçin patlamıyor? Aynı ekonomik süreçten geçen Arjantin'de kan gövdeyi götürürken, halk dükkanlara, mağazalara, varsıl semtlere hücum ederken Türkiye'de neden yaprak oynamıyor? Bu soruyu, "Başörtülü bir kimse kurucu üye oluyorsa siyaset yapacak demektir. Siyaset yapıyorsa milletvekili olacak demektir. Başörtülü milletvekili olamayacağına göre, kurucu üye de olamaz demektir!" diye akıl yürüten değerli siyasetçilerimiz de yanıtlayamaz. Türkiye Cumhuriyeti, halihazırda, gelir dağılımı en bozuk 5 ülke arasında yer alıyor. (Geçtiğimiz yıla kadar ilk 10 arasındaydık da, zatı devletlilerinin yaratıcı katkılarıyla ilk 5'e, hatta ilk 2'ye terfi ettik.) Genç nüfusun neredeyse yarısı işsiz. Üretim yok, tüketim yok, ihracat yok, para yok... Ama, sosyal patlamadan bir toplumsal kargaşa, toplumsal kargaşadan da bir "sosyal devrim" çıkmıyor. Neden? Daha önce de yazmıştım: Cemil Meriç, "Aydın ve yönetici sınıf batırır, halk kurtarır" diyordu. Hayır, kartel yazarının "mesele" edindiği ve olur olmaz her platformda "Devlet bize neden sahip çıkmıyor, ordu neden gelip bizi kurtarmıyor?" diye ağlaşan kara kalabalıklardan (özellikle ara rejim hükümeti isteyen aydınlardan) değil, "ortak akıl" ve "sağduyu" temelinde hayatiyetini sürdüren bir "gizilgüç"ten sözediyorum. Bu toplumun sigortası olan bir şeyden... Buna kısaca "din" ve ondan neşet eden toplumsal/iktisadi yapı da diyebiliriz. Kimin haber ve agâhı var? Siyasî merkezin, bu yapıyı çözmeye/dönüştürmeye yönelik tüm müdahalelerine rağmen, insanımız, "sosyal dayanışma ruhu"nu ayakta tutabilmek uğruna, büyüğünden küçüğüne, Ramazan ayı boyunca şelek şelek kuyumculara taşındı... Ve 10 yaşındaki kız çocukları, "fitre" için kollarındaki bilezikleri bozdurdu... Ama hiçbir gazete yazmadı. Hiçbir televizyon kanalı vermedi.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |