T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Müslüman kimlik ile AB'ye doğru...

2001'in son haftasına giriyoruz. Geriye dönüp bakıldığında, 2001, tarih kitaplarında Türkiye için bir 'kara yıl' olarak mı geçecek? Ne de olsa, Cumhuriyet tarihinin en ağır 'ekonomik krizi'nin yılı 2001...

Öyle olmayabilir. Bundan on yıl sonra, geri dönüp 2001'e bakıldığında, 2001'in Türkiye'nin 'küreselleşme perspektifleri'nin korunduğu ve hatta bu 'perspektifler'in açıldığı bir yıl olarak değerlendirilmesi muhtemel.

Unutulmaması gereken, 11 Eylül'ün de 2001'de gerçekleşmiş olması. Ve, o 11 Eylül, Türkiye'ye, Osmanlı döneminin son 150 yılının ve Cumhuriyet'in 'uygarlık projesi'ne doğru kesin bir yön çizdi. Türkiye bu yönde ayak sürüse bile, Batı Türkiye'yi terketmemekte kararlı. En çarpıcı örnek, adı 'ekonomik kriz' bakımından Türkiye ile birlikte anılan Arjantin'in durumu. Arjantin, çöküntüye girerken; Türkiye'nin 'yoğun bakım odası'ndan çıkabileceği konuşuluyor.

Türkiye'nin yıllardır 'hareketsizliği' benimsediği ve adeta bir 'uluslararası kangren'e çevirdiği Kıbrıs sorununa ilişkin olarak hareketlenmesinin 2001'e ve 11 Eylül'ün ardına geldiği ve bunun 'AB perspektifleri' ile irtibatı unutulmamalı. Aynı şekilde, Brüksel'in, ilk kez, Türkiye ile 'tam üyelik müzakerelerinin başlayabileceği'ni telaffuz etmesi ve böylece Türkiye'yi 'Avrupa perspektifi'nin sunulması da, herşeye rağmen, 2001'in son ayına denk geldi.

Bu noktada 'hangi Avrupa?' sorusu ortaya atılabilir. Zira, Avrupa'nın kendisi, 11 Eylül sonrasında Amerika'nın daha fazla gölgesinde kalan bir yapı görüntüsü veriyor.

Ancak, unutulmaması gereken bir başka husus, AB'nin 2002'nin ilk günüyle birlikte Euro adlı para birimine geçecek olması. 11 Eylül, global planda Amerikan üstünlüğünü perçinleyen bir sonuç getirmekle birlikte; Avrupa'nın genişleme sürecinin önünü kesmediği gibi, AB ülkeleri noktasında Maastricht'te aldıkları ve aldıkları vakit bir hayal gibi gözüken 'para birliği'ne ulaştılar. Bu, 'ortak Avrupalılık kimliği' bakımından olağanüstü önemde bir gelişme.

Türkiye'nin bunun daha çok gerilerinde bulunduğu bir gerçek. Bununla birlikte, 2001, bir zamanlar Jacques Delors tarafından seslendirilen 'Çok vitesli Avrupa'nın artık bir olgu haline geldiğine de işaret ediyor.

Türkiye'nin, 150 Osmanlı yılını ve Cumhuriyet'in özünü kapsayan 'uygarlık projesi'nin adresinin genel adı 'Batı'; özel adı ise 'Avrupa'. Bunun 'kurumsal ifadesi' ise Avrupa Birliği.

Türkiye, uzun yıllar içinden geçerken, her türlü direnmeye rağmen değişir ve dönüşürken; Avrupa Birliği de değişim ve dönüşüm geçiriyor. Başlangıcında Hristiyan Demokrat şahsiyetler ve partilerin girişimiyle doğan AB'nin bir 'Hristiyan Kulübü' görüntüsü taşıması gerçek idi. Artık değil. AB, 'kimlik tanımı' olarak 'demokratik çoğulculuk'u vurguluyor. Bu, 'çok-dinlilik' ve 'çok-kültürlülük' içeriyor. Türkiye de tartışılmaz ve silinmez Müslüman kimliği ile Avrupa'nın bu tanımı içinde yerini alıyor ve 'çok vitesli Avrupa' olgusu, Türkiye'ye de AB yapısı içinde gelecek için bir 'rezervasyon' sağlıyor.

Bu açıdan bakıldığında, 2001, Türkiye için tarihi olarak yöneldiği 'uygarlık projesi' doğrultusunda önemli bir 'kilometre taşı' sayılabilir. Helsinki ile taçlanan 1999'dan sonra, Türkiye'nin 'gelecek perspektifleri' açısından en önemli yıl...

Geleceğin süresini kısaltmak, 'Hristiyan Kulübü' kimliğini terketme iradesini ortaya koymuş olan AB'den daha da fazla, Türkiye'nin elinde. AB'nin 'Hristiyan Kulübü' olmaktan çıkması, en ziyadesiyle Türkiye için anlam taşıyor. Hafta içinde Brüksel'de Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi'nin ve İstanbul'daki Ekümenik Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos'un girişimiyle toplanan 'Medeniyetler Çatışması' argümanına karşı koyan 'AB bünyesinde dinlerarası barış' konferansının bir numaralı muhatabı, devlet organlarının bigane kalmış olmasına rağmen, Türkiye. 'Müslüman kimlikli' olduğu için...

Ama tam da bu noktada, Türkiye'nin 'dönüşmesi', 'Avrupalı geleceği' için gerekli. Müslüman kimlikli bir Türkiye'nin 'çoğulcu Avrupa'da yer alabilmesi 'İslamcı kimlik'ten sıyrılmasıyla eş anlamlı. 'İslamcı kimlik' Türkiye'yi Ortadoğululaştıracak. 'Müslüman kimlik' ise Türkiye'yi Avrupalılaştıracak. AB, nasıl 'Hristiyan Kulübü' konumundan çıkıp dönüşmüş ise, Türkiye'nin de 'İslamcı kimlik' taşımadan 'laik' ve 'Müslüman' kimlik ile Avrupa'ya yönelmesi gerekiyor.

Bu ise, Türkiye'nin 'siyasi topografyası'nın esaslı bir değişikliğe uğraması demek. Ömer Çelik, geçen gün, Türkiye siyasetinde 'solun hastalığı'ndan öteye 'sağın hastalığı'nı öne çıkartıyor, 'Türk sağının temel işlevlerinden birinin siyasi alanı içeriksizleştirme olduğu'na değiniyor ve şu saptamayı yapıyordu:

"İdeolojik olmak adına 'siyasi cemaat'e benzeyen, 'iyi yaşam' sunmak adına 'siyasi şirket' gibi örgütlenmiş siyasi partilerin birbirinin alternatifi olmasıyla belirlenmiş bir 'siyasi mekan'ın bu memleketin en büyük tarihsel belası olduğu..."

Bu tanıma girmeyen tek bir parti var mı?

Bu hal, 2001'in Türkiye'ye bıraktığı en kötü tortu. 2002 ile birlikte belki 'Türkiye'nin siyasi topografyası'nın değişmesi yönünde ve dolayısıyla 'Avrupa otoyolu'nda hızlanmak imkanları ortaya çıkacak...


22 Aralık 2001
Cumartesi
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED