T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

Tutunamadı ama unutulmadı da!..

Zengin kültür birikimini, dil yeteneğini, zekasını, iç yapısını ve çok boyutlu kişiliğini usta kurgularla işleyen ve yazdığı eserlerle Çağdaş Türk Edebiyatı'nın öncüleri arasında yer alan Oğuz Atay'ı 24 yıl önce bugün kaybettik.

Amansız bir hastalığa yenik düşen Atay, ölümünün ardından uzun süre sonra Türk Edebiyatı'na verdiği seçkin örnekler, yaşamı ve felsefesiyle belki de tuhaf bir şekilde birdenbire adından en çok söz ettiren yazarlar arasında yer aldı. Öyle ki önemli bir okuyucu kitlesini ardından sürükleyen Atay'ın yaşamı boyunca gösterdiği çaba ve eserlerine verilen değeri karşılaştıran Enis Batur "Tututanamayanlar" için yazdığı önsözde şöyle der:

"Daha yaşarken unutuldum"

"Oğuz Atay ölümünden önceki yedi yıl süresince adeta hummalı bir tempoda çalışarak birbiri ardından çeşitli dallarda birçok eser verdiyse de, sağlığında yeterince tanındı denemez. Hatta ölümünden altı yıl sonra gün ışığına çıkarılan o eşsiz günlüğünde kendisinin daha 'yaşarken unutulduğunu' söyler." Atay'ın yaşamı boyunca ruhundaki yalnızlık halkasıyla yeryüzünde dolaşma gerçeğini Batur, bir 'aydın yalnızlığı' olarak açıklar.

Kimi zaman ise Don Kişot'un yalnızlık kılıcını kuşanarak yeryüzünde gezen bu 'aydın yalnızlığı' Oğuz Atay'ın roman kahramanları olarak karşımıza çıkarlar. Adı kimi zaman Selim, kimi zaman Turgut, kimi zaman da Hikmet olan bu kahramanların eteklerindeki bilge taşları sağlam adım atmaları için hep engeldir. Öyle ki bu taşlarla yeryüzünde dolaşmaya çalışırlarken yaşadıkları o tuhaf korkular birikmiş trajediler yeryüzünde çığlık gibi yankılanır. Onlar her an gökten yeryüzüne doğru bir yağmur tanesinin düşüşünün tedirginliğiyle yaşarlar.

Kurulu düzenin çıkar çarklarına uyum sağlayamadığı için hep yarası büyüyen, sosyal düzenin çağrısına uzak kalan, tutunmayı beceremeyen belki de tutunmak için çaba dahi sarfetmek istemeyen Oğuz Atay kahramanları yeryüzünde birer "Disconnectus erestus' olarak yaşamaya hükümlüdürler.

"Şövalye sanılı Donkişot"

Çok sonraları kaleme almaya başladığı günlüğünü 'Tutunamayanlar'ın prensi' diye ilan ettiği Selim Işık'tan esinlenerek yazdığını söyleyen Oğuz Atay, eserlerinde bir anlamda Cumhuriyet'in ikinci kuşak aydınının yaşadığı çıkmazı masaya yatırmaktadır. Toplum dışına itilmiş, kendine yabancı toplum içinde herkesten uzak bağımsız bir dünyada yaşayan kahramanlarının içinden çıkılmaz ruh hallerini Oğuz Atay şu cümlelerle söyletir:

"Bana kitap kurdu, boş hayaller kumkuması, hayatın cılız gölgesi gibi sıfatlar yakıştırılır. Şövalye romanları okuya okuya kendini şövalye sanan Don Kişot'a benzetebilirsiniz beni" (Tutunama-yanlar)

Oğuz Atay, 1934'te İnebolu'da doğdu. İ.T.Ü'de inşaat okudu. Öğretim üyeliği yaptı, topoğrafya ve yol inşaatı dersleri okuttu. 1975'te doçent oldu. Beynindeki bir tümör nedeniyle 13 Aralık 1977'de İstanbul'da öldü. Geride ise eserleri kaldı: Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar, Korkuyu Beklerken, Bir Bilim Adamının Romanı, Oyunlarla Yaşayanlar, Günlük ve Eylembilim.

Anlaşılmadık anlamayacağız!

Varlığın özüyle olan hesaplaşmalar Atay için kaçınılmaz bir gerçektir. Özbenlikle yapılan hesaplaşmalar da amaç elbette bu hesaplaşma üzerine toplumsal bir çıkış yolu bulmak değildir. Zaten Selim Işık'ta Camus'nun "ontolojik mesele yüzünden ölen kimseye rastlamadım" sözünü okuyunca "biri bu yüzden intihar etmeli" diye bağırır. Çünkü gerçek hep bireyin ruhunun derinliklerindedir aslında. Ama Camus'nun dediği gerçek olur, ancak bir roman kahramanı intiharı olarak kayıtlara düşer. Oğuz Atay için çağdaş yaşamın

bir sonucu olan 'soyut yalnızlık' roman, tiyatro ve öyküleri için bir malzeme olmanın her zamanın çok ötesindedir. Yaşamla romanın iç içe girdiği bir dünya içinde yaşamını tamamlayan Atay, günlüğünde bu yalnızlığa değinerek şöyle der:

"Bizi kimse anlamadı. Biz de kimseyi anlamayız" Hatta bu kollu güçleriyle bir yaşam boyu kuşatan yalnızlığı anlatamamanın ve paylaşamamanın imkansızlığını ustaca keşfediveren Atay, günlüğünde şunları da söyler: "Selim gibi günlük tutmaya başladım bakalım. Sonumuz hayır değil herhalde onun gibi..".

Ve hiç yanılmadığı bir anda ise şunları söyler: "Kimse duymuyorsa, dinlemiyorsa, günlük tutmaktan başka çare kalmıyor canım insanlar. Sonunda bunu da bana yaptınız."

 
Çizgisel / Tınısal bir sergi
Savulun, Mehteran geliyor!
Dünyanın en eski askeri bandosu ve Türk müziğinin en renkli biçimi olan mehter müziği Asır Ajans tarafından hazırlanan bir albümle sevenleri içir yeniden piyasaya sunuldu. Yine de Şahlanıyor, Buna Er Meydanı Derler, Estergon Kal'ası, Eski Ordu Marşı / Hücum Marşı, Kırımdan Gelerim, Artar Cihatla Şanımız, Ceddin Deden, Eski Malazgirt Marşı, Mehter Marşı ve Ordunun Duası marşlarından oluşan albüm titiz bir çalışmanın ürünü. Dünyanın en eski askeri bandosu kabul edilen mehterin tarihi kelimenin tam anlamıyla hayli "eski". Mehterin varlığı, VIII. yüzyılda yazılmış ve Türk tarihinin en eski kaynağı olan Orhun Yazıtları'na kadar uzanmakta. Mehter, Türk kahramanlığının ve evrensel boyutlara ulaşmış egemenlik anlayışının günümüzdeki görkemli bir anıtı durumunda. Dünya askeri tarihinin bu ilk bandosu, geçmiş dönem Türk müziğinin coşkulu ritimlerini günümüze taşıyor. Mehter Takımı'nın giysileri, renk ve biçim bakımından ayrı bir özellik ve güzellik arzeder. Giysilerinde tüm renkleri görmek mümkün. Kullandığı enstrümanlar kaba zurna, boru, kös, davul, nekkare, zil ve cevgendir. Asır Ajans / Tel: 0 212 528 30 44
13 Aralık 2001
Perşembe
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED