|
|
Sormadığımı varsayabileceğiniz sorular
Üzeyir Garih cinayeti üç aşağı beş yukarı aydınlanmış gibi. Doğruysa, ünlü işadamı sıradan bir cinayette kim vurduya gitmiş... Her cinayet, Garih cinayeti gibi 'düz' ve kolayca künhüne erişilir olmayabiliyor. Bu da, bazen, 'basın etiği' dahil, hiç akla gelmeyecek karmaşık sorunlara yol açabiliyor... "Bu esrarengiz satırlar da nereden çıktı?" diye soracaklar bu sütunun sürekli okuyucusu olamaz; benim zihnim çağrışımlarla çalışır ve bazen küçük ayrıntılar münasebetsiz görünebilecek ilişkiler kurmama yol açabilir. Üzeyir Bey'in başına gelen, hiç ilgisi olmayan bir başka cinayeti ve o cinayetin Amerikan basınında ciddi ciddi tartışılan bir boyutunu aklıma getiriverdi. ABD'de, 'bahçeşehir' diye bilinen New Jersey eyaletinin Cherry Hill mahallesinde, 1994 yılı cadılar bayramı ertesi, menfur bir cinayet işlendi. Zenginlerin oturduğu mahallenin sinagogunda hahamlık yapan Fred Neulander'in 29 yıllık eşi Carol Neulander, evinin oturma odasında vahşice öldürüldü. Cinayet masası dedektifleri cinayette sergilenen vahşet karşısında şaşırdılar. Kâtil veya kâtiller, demir bir çubukla defalarca vurmuşlardı Carol Neulander'e. Ortalık kan gölüydü. Amerika'da işlenen bu düzeyde cinayetlerde fâiller genellikle çok geçmeden yakalanır; bu defa öyle olmadı, polis kâtil(ler)e ulaşamadı. Dosya kapanmadı, tam üç farklı savcı araştırmayı sürdürdü. Onca yıl içerisinde başlangıçta bilinmeyen tek bir gerçek ortaya çıktı: Maktulün eşi olan haham göründüğü gibi 'dinine bağlı' biri değildi; karısından başka kadınlarla da ilişkisi vardı. Karı-koca Neulander'lerin kendi kurdukları sinagogun 1000'e yakın Musevi üyesi, 'zina' yaptığını öğrendikleri hahamı istifaya zorladılar. Cinayeti kimin işlediği konusunda kafaları karışık dedektifler, haham Fred Neulander'in evlilik dışı ilişkileri ortaya çıktığında, ellerine bir 'motif' geçtiğini farkettiler: Musevi din adamı, yıllar boyu beraberce sahip oldukları elinden gider, işini kaybeder endişesiyle eşini ortadan kaldırmış veya bu amaçla bir kâtil kiralamış olabilirdi... Hahamın olay sırasında bir başka yerde olduğu kesin bilindiği için 'kiralık kâtil' teorisi üzerinde yoğunlaşıldı ve elde somut herhangi bir delil olmadığı halde, izlenimden hareket ederek, cinayetten dört yıl sonra, 'eşini öldürmeyi planladığı' iddiasıyla haham hakkında dâvâ açıldı. Konunun 'basın etiği' ile dirsek sürtüştürdüğü yer de bu nokta işte... Philadelphia Inquirer gazetesi muhabiri Nancy Philips, cinayetten iki yıl sonra konuyu yeniden canlandırmak üzere harekete geçtiğinde, dehşetengiz bir ifşaatla yüzyüze geldi. Kendisini 'Hahamın özel dedektifi' olarak tanıtan Len Jenoff, mutad hale getirdikleri bir yemek sırasında, "Sana bir sır söyleyeceğim, ama yazmayacaksın" deyip muhabirin onayını aldıktan sonra ağzını açtı. Hem de ne açış... Inquirer muhabiri Philips olayı şöyle anlatıyor: "Jenoff sandalyesini benimkine yaklaştırıp öne doğru eğildikten sonra şunu söyledi: Varsay ki, haham bana zarar verilmesi gereken biri olduğunu ve bu işi yapacak birini tanıyıp tanımadığımı sordu... Yine varsay ki, sonradan Carol Neulander'in bir cinayete kurban gittiğini öğrenince istemeden o suça iştirak ettiğimden korku duydum..." Bunun bir 'itiraf' olduğunun farkındaydı muhabir ve karşısındakine anlattıklarını yazılması kaydıyla da tekrarlaması gerektiğinde ısrar etti. Ancak, Jenoff, yıllar boyu, "Nuh" dedi, "Peygamber" demeye yanaşmadı... O arada, 1998 eylülünde, haham, polis tarafından karısını öldürttüğü için tutuklandı ve 400 bin dolar kefaletle serbest bırakıldı... Jenoff, bu gelişmeler karşısında bile, muhabire, olaydaki kendi rolünü açıklaması için izin vermeye yanaşmadı... Siz kendinizi o muhabir yerine koyun: Bir cinayet tanığı size azmettirenle ilgili bilgi veriyor; ama yazmamanız kaydıyla... Bildiğinizi yazar veya birine söylerseniz bir cinayete ışık tutacaksınız, ancak o durumda kaynağınıza ihanet ettiğiniz için meslekî açıdan ayıplanabilecek bir duruma düşeceksiniz... Tersini yaptığınızda ise, meslek onurunuzu koruyacaksınız belki, ama bir kâtil veya azmettiren elini kolunu sallayarak gezebilecek... Biliyorum, ülkemizdeki yerleşik uygulamalar açısından 'absürd' bir ikilem bu. Bizde, en yakın arkadaşların sırları bile manşetlerine taşınabiliyor. Oysa, bu olayı aktardığım 'American Journalism Review' dergisi (AJR, Nisan 2001) konuya ayırdığı tam on sayfada muhabirin 'off-the record' ilkesine bağlılığını övüyor. Bugün bunu tartışmak kolay, çünkü onca yıl sonra, Jenoff, Philips'in de yönlendirmesiyle, cinayetteki rolünü polise itiraf etmiş bulunuyor... AJR'deki görüşlerle zenginleştirilmiş yazı, iletişim fakültelerinde uygulamalı ders konusu yapılacak kadar göz açıcı... Acaba böyle bir durum Türkiye'de olabilir mi? Cinayetle ilgili soruşturma sırasında izlediği ipuçlarından bir zanlıya ulaşan muhabir, "Yazmayacaksın ama" ricasına dört-beş yıl uyar mı? O kadar yıl bildiğini kimselere söylemeden kendisine saklar, bu arada itirafçı üzerinde yoğunlaşarak onu bildiklerini polise de anlatması için iknaya çalışır mı? Polis veya savcılar, böyle bir 'sır saklama' olayının varlığını öğrendiklerinde tepkileri ne olur? En iyisi bu soruları ben sormamış olayım...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |