|
|
Bir ölüm, spekülasyon malzemesi olmamalı
Üzeyir Garih'in, Türkiye için gerçekten de değerli bir insanın ölüm olayı, medya için spekülasyon malzemesi olmaya devam ediyor. Bu ölüm olayının kendisi ve öldürülen insanın kişiliğinin önemi bir tarafa bırakılarak işin şekli, yani öldürme fiili üzerinde magazinal haberlere ve senaryolara ağırlık veriliyor. Kuşkusuz bunu biraz da Emniyet örgütü teşvik ediyor, destekliyor. Onlar, yaptıkları yarım yamalak soruşturmaların, incelemelerin her aşamasında medyaya bilgi sızdırmasalar ya da yönlendirmek amacıyla istedikleri bilgileri vermeseler, belki de durum bu kadar vahim olmazdı. Polisin ağzı sıkı olsa, kesin delillere ve bu delillere dayanarak kesin zanlılarına ulaşmış olsa bile, iddianame aşamasına kadar bir açıklama yapmasa, belki medya da bu duruma uymak konusunda kendisini disipline edebilecek. Gerçi bu konularda bazı yasa hükümleri de bulunuyor ama bunu en başta, Emniyet görevlilerinin, hatta adalet mekanizmasında yer alan yetkililerin ihlal ettiklerini çok iyi biliyoruz. Bu sorunun bir de etik yanı var. İnsan haklarına, kişilik haklarına aykırı yanları var. Daha 'Deli Fuat', 'Tinerci Fuat' skandallarının üzerinden birkaç gün geçmeden şimdi de bir başka vatandaşı Üzeyir Garih'in katili ilan ediverdik. Milliyet'in dünkü başlığı içimi kararttı. Yıllarca çalıştığım bu gazetenin düşürüldüğü bu durum beni çok üzdü. Saygınlığı olan bir gazetenin sıradan bir kaldırım gazetesine dönüştürülmesi ne kadar da kolay oluyormuş meğer… Milliyet, askerliğini yapan eski hükümlü bir vatandaşı, Üzeyir Garih'in katili olarak ilan ediyordu. Üstelik de son çıkan 'Şartlı Salıverilme Yasası'ndan yararlandığı için Garih'in ölüm nedeni olarak 'af' kanununu ilan ederek... Üst başlık şuydu: "Af çıkmasaydı Garih yaşıyordu" Mezarlığa da gitmeseydi Garih yine yaşıyor olacaktı. Daha sonra, "Al sana af" denilerek, çıkartılan Şartlı Salıverme Yasası'na nefret kusan bir ana başlık. Sonraki başlıkta zanlının önceki suçu ilan ediliyor. "Birini delik deşik etti ama serbest" Aşağıda ise zanlının Garih'i de öldürdüğüne ilişkin hüküm cümlesi yer alıyor. "Garih, bıçakla adam öldürmekten 21 yıl hapis cezası alan ve afla kurtulan Yener Yermez'in kurbanı oldu." Yazı Tuncay Özkan'ın ve yazının içinde Yener Yermez'in işlediği cinayet nedeniyle 7 yıl hapis cezası aldığı yazılı. Acaba hangisi doğru? Her ne kadar Özkan yazısının bir yerinde, "Şimdi Yermez'in suçlu olduğunu ilan ediyorum sanılmasın" dese de yazısını tümüyle Yermez'in suçluluğu, daha önce işlediği cinayet ve Şartlı Salıverme Yasası'nın kötülüğü üzerine kurmuş. Mantığı şu: Bu adam, daha önce de suç işlemiş. Hem de bıçakla... O bir suçlu. Üstelik de bıçakla adam öldürüyor. Şartlı Salıverme Yasası sayesinde dışarı çıkmış. Bu yasa çıkmasaydı onun gibi topluma zararlı suçlular dışarı çıkamıyacaktı ve Üzeyir Garih de ölmeyecekti. Özkan, "Af nelere mal oluyor" derken bunu kastediyor, Aynı zamanda da suçluyu ilan ediyor. Yazının mantığı bu olunca, Milliyet'in acar yazı işleri tabii ki, "Af çıkmasaydı Garih yaşıyordu" başlığını atacaktır. Daha iki gün önce 'Deli Fuat', 'Tinerci Fuat' haberlerini nedeniyle rezil olanlar sanki onlar değillermiş gibi… Ortada ne deli, ne tinerci ne de katil çıkmadığı halde, silkinip kendilerine geleceklerine, yeni katiller ilan etmekte bir sakınca görmemeleri, nasıl bir ruh halinin ifadesidir acaba? Ya Yermez de suçsuz çıkarsa ne olacak? Ayrıca suçluluğu kanıtlanana kadar her şüphelinin ya da zanlının masum olduğu karinesi nerede kaldı? Gazeteci mutlaka kuşku duymak ve sorular sormak zorundadır. Polisin verdiği bilgileri kayıtsız şartsız doğru kabul etmek kadar yanlış bir şey olamaz. Hele Türkiye'de gazetecilik yapılıyorsa. Üstelik de hergün bunun örnekleri yaşanıyorsa… Tuncay Özkan'ı bir tarafa koyalım. O mesleki faaliyetini, polislerle içiçe yürütmeyi çalışma esası olarak kabul etmiş bir arkadaşımız. Onun çalışma yöntemleri farklı… Ama bazı değer verdiğim köşe yazarı arkadaşlarım da beni, bu Garih olayında hayal kırıklığına uğrattılar. Bütün veriler, göstergeler 'Deli Fuat', 'Tinerci Fuat' iddialarının çok düzmece iddialar olduğunu ortaya koyduğu halde, yazılarını bu 'Tinerci çocuklar' üzerine kuran ve bir ihtiyat payı bıraksalar bile, onların kötülüğünden dem vuran bu arkadaşlar da, "duralım bakalım, bu işin arkasından ne çıkacak?" demedikleri için eleştiriyi hak ediyorlar kanımca… Ben pazartesi günü köşemde, "Bu açıklamalar beni tatmin etmiyor, bu işin içinde mutlaka başka bir şey var" der ve 'Tinerci çocuk' açıklamalarına itibar etmezken, ilk gelen bilgileri veri olarak kabul edip, 'Tinerci çocuklar', 'Sokak çocukları' analizleri yapan dostlarımın da yanıldıklarını söylemek gerekiyor. Kuşkuculuk normal hayatta çok iyi bir şey değil. Ama bizim mesleğin belki de en temel ilkesi olmak zorunda. Ayrıca bırakalım gazeteciliği, Türkiye'de yaşamak esaslı bir şekilde kuşkucu olmayı zaten gerektiriyor. Ben kendi adıma spekülasyon yerine kuşkuculuğu tercih ediyorum.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |