T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Heyecanı kaybettiğimizin farkında mısınız?

Bir bilim adamını gece gündüz okumaya, araştırmaya, çalışmaya, incelemeye, akıl almaz detaylarla ilgilenmeye sevkeden temel saik nedir? Herkes mesainin bittiği saat 17.00'de masasını toparlayıp bilgisayarını kapatarak işini terkederken bilim adamının mesai mefhumu niçin yoktur? Bilim adamını, özellikle de sosyal davranışları ve olguları anlamaya, anlamlandırmaya ve yorumlamaya çalışan birini yatağına girene kadar kafasındaki sorusuyla ilgilenmeye mecbur bırakan şey nedir?

Bu soruyu bir başka alandan mesela, siyaset alanından da sorabiliriz; bir siyaset adamını gece gündüz koşturan, hırsla, heyecanla, büyük bir aşkla davasını anlatmaya, kendi görüşüne taraftar bulmaya, tartışmaya, mücadele etmeye mecbur bırakan ana amil ne olabilir?

Yine bir işadamı için de benzer sorular sorulabilir. Dünyalık kaygısı ve gelecek derdi duymayan bir iş adamın nerede ise günün yirmi dört saati işin başında tutan, yatırımlarla, kredilerle, borçlarla, üretimle, tüten fabrika bacalarıyla iç içe yaşamasını zorunlu kılan nedir?

Bu ve benzeri soruları her bir meslek grubu için sormak mümkün. Hangi iş kolunda ve sektörde olursak olalım çalışmanın başta yöneldiği ana sebebin kişinin geçim kaygısı olduğu açık. Ama hepsi bu mu?

Heyecan başarının temel şartı!

Elbette ki bu değil. Öyle ise insanı bunca sıkıntıya, zorluğa göğüs germesine mecbur bırakan başka bir temel saikin olması gerekir. Buna kimi kez hırs, tamah, iktidar arzusu, büyüklük gibi farklı cevaplar verilmiştir. Ben bütün bunları saklı tutarak "heyecan" boyutunun önemli olduğuna inanıyorum. Evet heyecan, başarının temel şartı heyecan!

Belli bir noktadan sonra insanı yaptığı işte motive eden en önemli unsurun heyecan duymak olduğunu gözlemlemek mümkün. Şehirleri, kasabaları, köyleri geziyorum; kimsenin yüzünde bir heyecan, canlılık, umut ve kıvılcım göremiyorum. Antalya Havaalanı'na inen bir Alman'ın yanındaki Türk dostuna söylediği şu cümle gerçekten ilgi çekici: "Ömer dikkat ediyor musun, burada kimsenin yüzü gülmüyor, herkes asık suratlı duruyor! Bu ülkede herkes böyle asık suratlı mıdır?"

Sabah işe giderken bindiğimiz servis aracında veya toplu taşım vasıtasında yüzü parlayan, neşe ve sevinç parıltıları taşıyan, umut ve güvenle dolu bir yüze rastlamak mümkün mü?

Hemen "bunca sıkıntı ve bunalımda insanın neşe ve sevinç parıltısı taşıması nasıl olacak?" diye kestirme cevap vermek mümkünse de bu durumun sadece içinde debelendiğimiz konjonktürel bunalım ve çözümsüzlükle ilgili olmadığını ve söz konusu ruh halimizin bunu da aşan bir boyuta sahip olduğunu sanıyorum.

Beni tedirgin eden temel nokta işte bu heyecansızlık durumudur. Bir bilim adamı yaptığı işin heyecanını duymuyor, üzerinde çalıştığı sorunun çözümüne ilişkin bulacağı çıkışlar onu heyecanlandırmıyorsa gecenin geç vakitlerine kadar kütüphane raflarında gezinmesini ne temin edecektir? Bir düşünürü herhangi bir toplumsal sorunla ilgili yeni bir açılım heyecanlandırmıyorsa düşünmesinin, kafa yormasının, günlerce bir sorun üzerinde tefekkür etmesinin ne anlamı olabilir?

Dünyalık kaygısı olmayan bir iş adamı yaptığı ve yapacağı yatırımlarla heyecanlanmıyorsa, içinde depreşen bir heyecan kıvılcımı yanmıyorsa yatırımların onca sıkıntısına nasıl katlanacaktır?

Her sabah sokağı süpürmenin ve insanları temiz bir şehirde yaşatmanın heyecanını duymayan bir sokak temizlikçisinin sokağı doğru dürüst süpürmesi mümkün mü?

Şuraya gelmek istiyorum: Hangi işi yaparsak yapalım, toplum yapısının neresinde bulunursak bulunalım eğer yaptığımız işle ilgili bir heyecanımız yoksa, bir heyecan duymuyorsak ileri gitmemiz, o işi iyi yapmamız mümkün değildir.

Her şeye basit maddiyat zaviyesinden bakan insanların bu heyecan boyutunu anlamaları ve bunun önemini kavramaları mümkün değildir.

Yaşanan krizlerin en büyük tahribatı insandaki bu heyecanı ortadan kaldırmaları ve umutsuzluk, heyecansızlık, bıkkınlık ve karamsarlık bir ruh dünyasına sürüklemeleridir. Milli gelir düşüyor, fabrikalar kapanıyor, giderek fakirleşiyoruz, daha az yememiz gerekiyor... bütün bunları anlıyoruz. Eninde sonunda bunlar geçer, ama yeniden üretmenin, çalışmanın, düşünmenin, bilimsel çalışma yapmanın, toplumu daha iyi yerlere taşımanın heyecanını duyma hassasiyetini kazanmamızın çok zor olacağını sanıyorum.

İşin en kötü yanı bu heyecansızlıkta gizlidir. Heyecanı kalmayan bir toplum nereye koşabilir ki?


30 Ağustos 2001
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED