YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Kültür

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama


BÜYÜK HİKÂYE yazılamaz olandır

'Hastalar ve Işıklar', 'Çözülme', 'Çok Sesli Bir Ölüm', 'Çarpılmışlar', 'Denize Açılan Kapı' ve son olarak geçtiğimiz yılın sonunda çıkan 'Kuyu'.. Yazdığı hikâyelerle Türk öykücülüğüne 'yerli bir soluk' kazandıran Rasim Özdenören,'Büyük Hikâye'si için 'O, zaten yazılamaz olandır' diyor.

İlk öyküsünü 1964 yılında, ilk öykü kitabını 1967'de yayınlayan ve o günden bugüne sürekli üreten Rasim Özdenören'in son hikâye kitabı 'Kuyu' uzun bir aradan sonra geçtiğimiz yılın sonunda İz Yayıncılık tarafından basılmıştı. Değerlerlerinden koparılmış, modern kentlerin varoşlarında kıstırılmış bireyin/ailenin değişim, uyumsuzluk ve yabancılaşmayla gelen acılarını, yalnızlıklarını anlatarak Türk öykücülüğüne 'yerlilik'le birlikte yeni bir soluk kazandıran Rasim Özdenören'le, 'öykü', 'Kuyu' ve 'Büyük Hikâye' üzerine konuştuk. Ve söyleşimize, hayatla öykü arasındaki bağ'dan başladık;

'Hayat' ve 'öykü' arasında nasıl bir 'bağ' var? Öykü, hayatın ne kadarını karşılar, neye tekabül eder?

Hayat ve öykü üzerine sorusu olan biri genelde, öykünün hayatın bir yansıması olduğunu düşünür. Acaba durum gerçekten böyle mi? Hayat acaba, kurgusal bir ürün müdür? Oysa öykü, kurgusal bir üründür. Yalnızca bu farklılık bile öykünün hayattan farklı bir olgu olduğunu göstermeye yeter bence. Ama şunu söylemek istiyorsak; 'öykü hayatı anlatıyor' veya başka bir ifadeyle 'hayat öyküde makes buluyor'.. Burada bile, ses ile onun yankısı arasındaki farkı gözönünde bulundurmamız gerekir. Hayat kurgusal değildir ve bize kendini zorla kabul ettirir. Oysa öykü, kabul ettireceği bir şey var ise, onu temellendirmek zorundadır. Demek ki öykü, hayatta bir şeye tekabül etmiyor ama doğrudan hayatın içinde kendisi olarak yer alıyor.

Kuyu, 1984 yılında size Yazarlar Birliği 'Yılın Hikâyecisi' ödülünü kazandıran Denize Açılan Kapı'nın üzerinden yıllar geçtikten sonra çıktı. Araya niye bu kadar uzun bir zaman dilimi girdi?

Kuyu'nun yazılmaya başlandığı tarih 1983. Yayınlanması ise, 1999'da oldu. Demek ki onaltı yıl içinde yazıldı. Tabii, sabah akşam Kuyu üzerinde çalışmış değilim bu onaltı yıl boyunca. Bir yere geldikten sonra öykünün veya kendimin tıkandığını hissettim.

Neydi bu tıkanıklığın sebebi?

Sebebini bilemeyeceğim. Çünkü öykünün nasıl devam edeceğini ve sonuçlanacağını bilmeme rağmen bir türlü yazamıyordum. Sürekli öykünün bitirilmesi gerektiğini aklımda tutuyordum ama, elimden bir şey gelmiyordu. Geçen yıl bazı hastalıklar geçirdim. O hastalıklardan sonrada, gene sebebini bilemeyeceğim garip bir açılmayla karşı karşıya buldum kendimi. Ama ilginç bir şey var. Bu son bir yıl içinde 'Kuyu' ile, 'Yusuf' ile ilgili bir retorik gelişmeye başladı. Belki öykü, kendi adını bulmak için bu kadar gecikmiş oldu. Ve Kuyu, neredeyse kendiliğinden yazıldı, başka birçok öyküyle birlikte.

'Başka öykülerle birlikte' dediniz. Bunları ne zaman okuyacağız?

Sanıyorum, Yeni Şafak'ın bir sürprizi olacak.

Uzun bir aradan sonra çıkan Kuyu, uzun soluklu bir öykü. Kuyu'nun hikâye serüveninizdeki yeri ne?

Bildiğiniz gibi, benim uzun soluklu başka öykülerim de var. Ama onlar, müstakil kitap olarak yayınlanmadı, diğer öykülerin arasında yer aldı. Mesela Çözülme, Çatışma, Arasat uzun öykülerdi. Bir eleştirmeci, Abdullah Uçman; Çözülme'yi 'romanı müjdeleyen bir öykü' olarak değerlendirmişti. Bir başka eleştirmeci, Enis Batur, sanıyorum yine Çözülme'yi, Türk Edebiyatı'ndaki dikkate değer uzun öyküler arasında anıyordu. Uzun öykü bence, ne romana bir atlama taşıdır, ne de öykünün azmanlaşmış halidir. O da, 'kendi'si olarak öyküdür.

Peki ya Kuyu'nun nasıl bir yankısı oldu? Ne tür eleştiriler aldınız?

Kitap satıcıları Kuyu'nun satıldığını, okuyucularda beğendiklerini söylüyorlar. Ama şimdiye kadar kısa tanıtma yazılarının dışında bir eleştiri görmedim.

Bir eser ortaya koydunuz, Kuyu'yla ses verdiniz. Ve eleştiri almadım diyorsunuz. Bu sessizlik sinir bozucu değil mi, rahatsız olmuyor musunuz bu sessizlikten?

İnsan elbette ürününün nasıl karşılandığını, gördüğü tepkiyi bilmek, öğrenmek istiyor. Ama kırk yıldan beri, bu beklentimi nasırlaşmaya bıraktım sayılabilir. Bizim ülkede sanıyorum bir çok yazar, benimle aynı duyguyu paylaşıyordur. Tepkisizlik; artık sanıyorum alışmamız gereken olgu bu olmalı. Bu da çok mu kötümser oldu?

'Hikâye'de şu anki durumunuzu, bulunduğunuz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yapmak istediklerinizi ne oranda gerçekleştirdiniz? "Büyük Hikaye"nizi yazdınız mı?

Yıllar önce bir ağabeyimiz; Fethi Gemuhluoğlu bana; "sen artık hikâye yazma!" dedi. Ben elbet onun bu talebi karşısında şaşırdım. Müphem de olsa, acaba çok mu kötü yazıyorum veya acaba Fethi ağabey beni ne kadar anlıyor" diye düşünürken, o sözünü tamamladı: "Yazmayı bırak çünkü, senden sonra geleceklerin önünü tıkıyorsun. Sen bırak ki; onlara yol açılsın". Bu bir iltifat gibi telakki edilebilir. Ama, yol açma susmakla nasıl gerçekleştirilebilirdi bu alanda, onu bilemiyorum. Ben yazmayı sürdürüyorum çünkü, her öyküden sonra yazmam gerekeni halen başaramadığımı görüyorum. Onun üstesinden gelmeye çalışıyorum.

Peki ya, 'Büyük Hikâye'niz? O, yazıldı mı, yazılacak mı?

O, yazılamaz olandır.

..diye bitirdi Rasim Özdenören söyleşiyi. Ama ısrarımızla devam ettirdi sözünü; "Hiç kimse, kendi büyük hikâyesini yazamamıştır". Ve örnekledi; "Dostoyevski mesela, Sibirya'da sürgündeyken kağıt kalem istiyor. Vermiyorlar tabii, ve yazmıyor. Sadece iki kitap var yanında; İncil ve Kur'an. Sürgünden sonra 'Suç ve Ceza', 'Budala', 'Ecinliler', Karamazof Kardeşler'i yazıyor. Fakat bunlardan hiçbiri tatmin etmiyor onu. Faulkner'a bakınca da öyle. Faulkner en büyük eseri olarak 'Ses ve Öfke'yi görüyor ama, "Ses ve Öfke'ye karşı duyduğum, bir annenin sakat çocuğuna karşı olan duygularıdır" diyor. Bir de tabii Rimbaud var. Rimbaud, 'Benden bu kadar' diyor fakat, tatmin olduğu için değil, yazamayacağı için. 'Daha yazarsam cinnet geçireceğim' diyor ve 20-21 yaşında noktayı koyuyor."

Fadime ÖZKAN


Kağıda basmak için tıklayın.Sayfayı Birine ePostala...

M. Atillâ Maraş'ın şiiri
"Merhaba Ey Hüzün" dedi şair son olarak. Atillâ Maraş'ın hassas şairlik kumaşının dokusunda, içtenlik ve dilde ustalık göze çarpan özellikler...
Horsunlu Kütüphanesi açılıyor
NAZİLLİ- Nazilli'de, yaklaşık üç yıldır kapalı bulunan Horsunlu Kütüphanesi, Belediye Başkanı Ahmet Özer'in gayretleriyle tekrar açılıyor. 1997 yılında Halk Kütüphanesi memuru Mehmet Yıldırım'ın emekli olmasından sonra memur atanamadığı için kütüphane kapatılmıştı. Yapılan müracaatlara rağmen kütüphaneye memur atanmadığını belirten Belediye Başkanı Ahmet Özer, belediyeden Eşref Tuna isimli memuru görevlendirerek kütüphanenin tekrar açılmasını sağladıklarını söyledi. Bu arada, çürümeye yüz tutan kitapların havalandırılarak kontrol altına alındığı açıklandı.

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED
Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...