Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Milli Güvenlik Kurulu açıklaması
Milli Güvenlik Kurulu, Hizbullah'ın devlet ile ilişkilendirilmesine karşı tepkili. MGK bildirisine sahip çıkan Demirel de, televizyon kanallarında "devletin cinayet işlemeyeceğini" anlattı durdu. Psikolojik savaş
Hizbullah operasyonu ile birlikte, yeni bir psikolojik savaş başlatıldı. Vatandaş, irticaın tehlikeli boyutlara ulaştığına ikna edilmek isteniyor. 28 Şubat'ın da haklılığı gösterilmek suretiyle, 1997'de alınan 18 maddenin birçoğunun yürürlüğe konulmasına zemin hazırlanıyor. İkinci bir "irtica dalgası" ile, yeni kelleler kopacak! Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin gayri resmi bülteni şeklinde yayın yapan Radikal gazetesi, MGK bildirisinin Fazilet'e ve "İslâmcı basına" yönelik olduğunu, manşetine taşımış. Gazete, "MGK bildirisinden, FP lideri Kutan ile İslâmcı basına, Hizbullah konusundaki tavırları sebebiyle, sert uyarı çıktı" alt başlığını atıyor ve uyarının sebebini açıklıyor: "Sağlıklı bilgi ve değerlendirmelere sahip bulunmadan, devletin cani örgüt ile irtibatlandırılması gayretleri, hedef saptırarak, asıl suçluları korumak ve saklamaktır." Herkese mesaj
Oysa, sadece Fazilet Partisi ve "İslâmcılar" değil, çok büyük bir çoğunluk Hizbullah ile "devleti" ilişkilendiriyor. Meselâ basında... Talimatları köşe yazısına aktaran 28 Şubat'a ipotekli kalemşorlar haricinde, medyanın entelektüel kesimi, Hizbullah'ın devletten himaye gördüğü kanaatinde. Cengiz Çandar, Gülay Göktürk, Ali Bayramoğlu, Umur Talû, Murat Belge, Etyen Mahçupyan, Şahin Alpay, Enis Berberoğlu, Cüneyt Ülsever, Mehmet Altan, akla ilk gelen isimler. Aslında Genelkurmay Başkanlığı Recai Kutan'ı cevaplandırırken, Fazilet Partisi üzerinden siyaset yapmış, "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen de anla" üslubuyla, Hizbullah'ın devlet ile irtibatlandırılmasının önünü kesmek istemiştir. Peki, Türkiye Büyük Millet Meclisi Faili Meçhul Cinayetler Raporu'nu veyahut bir önceki yasama döneminde faaliyet gösteren Susurluk Raporu'nu veyahut Eyüp Aşık, Sadık Avundukluoğlu gibi siyaset adamlarının konuşmasını ne yapacağız? Hepsi yanlış biliyor; tek doğru Milli Güvenlik Kurulu'nun masa başındaki tesbitleri mi? MGK açıklamasının aksine, esasında, Hizbullah'ın devlet ile irtibatını gizlemek, suçluları kollamak ve saklamak anlamına gelecektir. Eğer devlet ile Hizbullah'ın hiçbir ilgili bulunmuyorsa, , Ve diğer sorular: Bu sorulara karşılık veremedikçe, iddialar sürüp gidecektir. Kutan'a haksız suçlama
Hizbullah vahşetinin şu veya bu şekilde Fazilet aleyhine bir hava yaratmak amacıyla kullanıldığı ortada. Fazilet'in, bu vahşeti, bu terörü kınamadığı iftirası atılıyor. Aksine, Fazilet lideri Recai Kutan'ın, Genelkurmay bildirisine açıkça cevap vermemesinin sebebi, gündemin değiştirilmesini önlemek, cinayet sanıklarının ve işbirlikçilerinin ortaya bir an önce çıkmasını sağlamaktı. FP'nin araştırma önergesinin temelinde de bu arzu yatıyordu. Bakıyoruz, "psikolojik savaşın taarruz erleri" Kutan'ın irticalen sarfettiği cümleyi konuşma metninden özenle ayıklayıp, manşete taşıyorlar; onun, Hizbullah vahşetini küçümsediği intibaını böylece yaratmaya çalışıyorlar. Aynı Susurluk'taki oyun sergileniyor. "Bir dakika karanlık" diye sokağa dökülenler, dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın bir tek cümlesinin peşine takılıp, Susurluk failleri yerine, Refahyol'u hedef almamışlar mıydı? Geceyle gündüzü, ayları, saatleri ve mekânı birbirine karıştıran Ecevit'in her potu gizleniyor; Recai Kutan ise, düzeni sorgulayan birkaç söz etti diye, hırpalanıyor. Anayasa Mahkemesi'ndeki davadan da yararlanmak suretiyle, gözdağı veriliyor; sindirilmek isteniyor. Bir zamanlar Demirel
Burada, "Askeri, nefsi müdafaa durumuna getirmeyin" tavsiyesinde bulunan Demirel'e de ufak bir hatırlatma yapmak gerekir. "11 Eylül'de akan kan, 13 Eylül'de nasıl durdu?" sorusu acaba kime ait? Bu cümlenin arkasına gizlenen isnat ne? Sakın Demirel, sıkıyönetim döneminde, olayları bastırmak yerine, birilerinin ateşlediğini ihsas ediyor olmasın? Hani son gün patlayan bombalı afişler filân... Ya orduyu, siyaset dışına çekmeğe çalışan diğer sözleri: "Silâhlı Kuvvetler millet iradesinin üzerinde değil, millet iradesinin emrindedir. Türkiye'nin müesseseleri yerlerini, görevlerini, yetkilerini çok iyi anlamış olsalar, hiçbir problemimiz olmaz. Ama kurumlar kendiliklerinden kendilerine yer, görev, yetki farz ederlerse, o zaman curcuna başlar. O zaman o, devlet değil, kargaşa olur. Bizim devletteki sıkıntılar da oradan geliyor. 'Efendim, İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesine göre...' İyi ama, o kanunun bir de 43. maddesi var. 35. madde 'Cumhuriyeti korumak ve kollamak' derken, 43. madde 'Siyasetle uğraşmayın' diyor. Aynı kanunda, 35. maddenin öyle anlaşılmayacağı yazılı. Ama Türkiye bunları alkışladığı için, bu müdahaleler oluyor. Silâhlı Kuvvetler'i küçük düşürmek kimsenin aklından geçmez. 'Yeri şu olsun; görevi bu olsun' demek, kimseyi incitmez. Silâhlı Kuvvetler'in yeri, görevi, yetkisi çok iyi tayin edilmeli." Demirel bunlar tartışılsın, tavsiyesinde bulunuyordu. Bugün "tartışılmasın" diyor. Ordunun siyaset yapmasını "meşru müdafaa" olarak, değerlendiriyor. 28 Şubat kararları, Türkiye'yi belirli bir açıdan okuyan görüşün, yansımasıdır. Toplumun tümünde kabul görmesi beklenemez. Atatürk, 1923'te, CHP'yi kurarken 9 umde belirlemiş ve eşzamanlı olarak Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nu değiştirmek suretiyle, 9 umdeye karşı çıkanların vatana ihanet etmiş sayılacağını hükme bağlamıştı. Neredeyse, bugün de, 28 Şubat kararlarını tartışmak, mürteci olmak, dolayısıyla vatana ihanet etmek anlamına geliyor. Silâhlı Kuvvetler'in politika yapmasını eleştirmek, demokrasiye uygun bir yapılanma istemek de, "gerginlik yaratmak" olarak değerlendiriliyor. Sistemi ve bozuk düzeni sorgulamadan kabul etmemiz, zora boyun eğmemiz bekleniyor. Daha çok beklersiniz!!!
nilicak@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|