Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Son sahne
Bir dostum, bir süre önce, "Tamam" dedi, "Her sahneyi az çok önceden tahmin edebiliyorsun, o halde şu sorunun cevabını da senden istemek hakkımız: Son sahnede ne var? Film, mutlu sonla mı bitecek, yoksa seyrettiğimiz bir trajedi mi?" O günden beri işim çok güçleşti. Yıllardır bizleri yakın tâkibe alanlar, hangi olaya nasıl tepki vereceğimizi çok iyi hesap etmişler. Bir kere, politikacılarımızı avuçlarının içi gibi biliyorlar. Her birimizi tek tek tanımasalar bile, toplum olarak nasıl davranacağımıza dair doğruya yakın tespitlerde bulunmuşlar. Bütün senaryo âdeta "Pavlov'un köpeği" deneyi gibi davranış tarzımız üzerine bina edilmiş... Pavlov bir Rus bilimadamıydı; her gün aynı saatte verdiği yemeğin köpekte belli refleksler meydana getirdiğini keşfetmişti. Köpek, saat yaklaşınca, yemeğe bir az sonra kavuşacağı beklentisiyle salgılar çıkarmaya başlıyordu. Hatta, yemek verilmediğinde bile... Köpekte gözlemlenen 'şartlı refleks' insanlara da uygulandı. Sovyetler Birliği döneminde, devlet, Pavlov gibi bilimadamlarının bulgularından çok yararlandı. Türkiye için bir "2000'ler senaryosu" yazanlar da, bizlerin davranış biçimimizi gözleyip çıkardıkları sonucu genelleştirerek bugüne kadar başarılı oldular. Politikacıların bir kere iktidar olunca koltuğu bırakmamak için her şeye katlanacaklarını bilmek için ayrıntılı gözlemler yapmaya da gerek yok zaten. Ya da, liderinde çizgi sapması gören örgütün, ilk anda "Hık, mık" etse bile, ardından kendisini avutacak bahaneler bulmakta zorlanmadığı da bir sır değil... Tabanın ise sesini duyurması bugünkü medya ilişkileri içerisinde imkânsız... Türkiye'nin İsrail ile ilişkilerini daha da pekiştirmek istiyorsanız ne yapmalısınız? Cevap şu: İsrail'e en karşı partiyi iktidara getirin, iktidarda biraz daha kalabilmek için anlaşmaları o imzalayacaktır... Bunu yapın, bir daha İsrail ile ilişkilerinizin haddinden fazla ileri olmasına kimseden itiraz sesi çıkmayacaktır... Dinî eğitimi baltalamak, 1950'lerden beri sayıları artarak gelen İmam Hatip okullarını kapatmak veya işlevsiz mi bırakmak istiyorsunuz? Bu işi sakın sol partilere bırakmayın. Yapacağınız iş, daha bir kaç ay önce "İmam Hatiplerin kapanmasına asla müsaade etmeyiz" diyen bir liderin iktidar olmasını beklemektir. Tabii, olayları yönlendirebilecek durumdaysanız, o partinin liderini, çok az sayıda milletvekili olsa bile, kısa süreliğine başbakan yaparsınız; böylece iş daha da kolaylaşır. Abdullah Öcalan üzerinden Türkiye'nin etnik sorununu 'çözmek' mi istiyorsunuz? Bunu hiçbir zaman sol veya liberal partilerin iktidarına bırakmayın. Milliyetçi, PKK karşısında en sert tavrı almış bir (hatta iki) partinin iktidar olmasını bekleyin (Tabii, siz, iktidarı tayin edebilecek bir konumdaysanız, beklemeniz gerekmiyor). O parti(ler) fazlasıyla bahane bulacak ve düne kadar duymak bile istemediği sanılan formüle "Evet" diyecektir... Son bir kaç yılın siyasi olayları, ülkemizi ve insanını yakından bilen bir odağın varlığını haber verip duruyor. Böyle bir odak var ve siyaseti o dizayn ediyor. Türkiye'ye istediği biçimi o veriyor, sistemi o elden geçiriyor. Sonuç alması için ne gerekiyorsa onun olmasını sağladığı da kesin: Hükümetlerin düşmesi, seçime gidilmesi mi lâzım, hükümet düşüyor, seçime gidiliyor... Parti mi kapatılacak, kapatılıyor... İki yıl önce Türkiye'ye kapılarını sımsıkı kapatan Avrupa Birliği'nden 'aday ülke' statüsü çıkartmak mı gerekiyor, çıkartılıyor... Öcalan'ın 15 yıldır saklandığı Suriye'den uzaklaştırılması, Avrupa'da dolaştırıldıktan sonra Türkiye'ye iade edilmesi mi şart; bunlar da birer birer oluyor... Elbette, bunların çoğu emir ve tâlimatlarla veya kol bükülerek yapılmıyor... Bizi bizden iyi bilen o odak, bir çok gelişmeyi bize yaptırıyor; belki biraz medya manipülasyonuyla, biraz yandan itmelerle... Parti kapatma kararını Anayasa Mahkemesi veriyor; seçime gitme kararını TBMM alıyor... Sandığa bizler gidip sonraki gelişmelerin yaşanmasına yol açacak bir hükümeti oradan biz çıkartıyoruz... Doz iyi ayarlanamadığı için yüzde 12-13 alması beklenen bir parti yüzde 18'e tırmanıyor belki; ama olsun, o hesap sapması bile, ustası elinde lehte bir unsur haline dönüşüveriyor... "Pavlov'un köpeği" deneyini unutmayın; canlı davranışları üzerinde incelemeler, Pavlov'dan beri çok daha keskin ve sonuç alıcı bir bilim dalı haline dönüştü. Dünyayı ve insanları 'kobay' gibi görenler, bizi izleyip köşeleri hafif törpüleyerek sonuç almayı başarıyorlar... İyi de, Türkiye ile ilgili senaryonun son sahnesi nasıl gerçekten? Film mutlu sonla mı bitiyor? Türkiye, insanlarını mutlu eden müreffeh bir AB üyesi mi oluyor? Yoksa, senaryonun sonu bir trajedi mi? Bosna ve Kosova'da yaşananlara benzer oldu bittiler mi bizi bekliyor? Veya, (burada geçen yıl gösterilen 'Mumya' filmini hatırlayın) son zamanlarda Hollywood'ta sıkça görülen dram mı, komedi mi olduğu tam fark edilemeyen türden bir film mi bize oynattırılan? Kan ve tebessümü bir arada mı yaşayacağız? Her yeni gelişmede, "Göreceksiniz bakın, Ecevit şunu söyleyecek..." veya "FP'nin tavrı şu olacak...", ya da "Hiç merak etmeyin, Bahçeli sonucu içine sindirecek..." dedikçe, dostlarım, hep bir ağızdan, "Son sahne?" diye bağırmaya başladılar... Bilmiyorum, son sahnede ne olduğunu ben de bilmiyorum işte...
tkivanc@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|