Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Akif İnan ve en-NedvîYıl 1987. Sıcak bir haziran ayıydı. Her yıl müslüman bir ülkede düzenlenen Dünya İslam Edebiyatı Birliği'nin yıllık toplantısı İstanbul'da yapılıyor, toplantıyı Risale Yayınları organize ediyordu. Birliğin başkanı Hind asıllı müslüman âlimlerden Seyyid Hasan en-Nedvî idi. Ankara'dan davet edilenler arasında Akif İnan, Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt tren yoluyla Haydarpaşa'ya geleceklerdi ve onları alarak bir otele yerleştirme vazifesi de bana verilmişti. Bir bakıma mihmandarlık. Yolcularımız sabah altıda Haydarpaşa'da olacaklardı. Ben de gece yarılarına kadar uyuyamamış, saat sekizde ancak kalkabilmiştim. Kalkar kalkmaz alelacele Karaköy'e vapur iskelesine koştum. Nasıl olsa oraya geleceklerdi. Rıhtıma daha yeni yanaşmış olan vapurdan misafirlerimiz ellerinde çanta ve valizlerle inmişler, bir köşede bekliyorlardı. Hiç yalana dolana başvurmadan özür diledim ve uyanamadığımı söyledim. Hiçbirşey demediler. Olur böyle şeyler dercesine tebessüm ettiler. Taksiye binip yola çıktığımızda ön tarafta oturan Akif abinin kızgınlığını sessizliğinden seziyordum. Birşeyler söylemek için fırsat kolluyordu. İstiyordum ki bir konuya girsinler, bizim meselemiz unutulsun. Uzun bir sessizlikten sonra Akif abi söze yarım bıraktığı bir yerden başlar gibi girdi: "Şimdi bir savaşa girmeye karar vermişiz. Topumuz, tüfengimiz, herşeyimiz hazır. Askerlerimiz silahını kuşanmış, tam teçhizatlı. Büyük bir zafer için herkes verilecek emri bekliyor. Bizim Hüseyin'e de falan köprüyü sabah saat altıda bombalama görevi verilmiş. Hüseyin de sıcak yatağından uyanamamış. Mazerete bak, aman Allahım, inanılacak gibi değil..." Hiçbir cevap vermedim, veremedim. Laleli'deki otele gittik ve otelde kendilerine ayrılan odayı gösterdim. Biraz dinlendikten sonra öğleye doğru Fatih'e birlikte gittik. Menzilimiz Fevzi Paşa Caddesindeki Emek İş Hanının ikinci katı. Genel bir toplantıdan önce yazarlara mahsus özel bir toplantı, bir araya gelip tanışma idi bu. Yaklaşık 20-25 kişilik seçkin bir yazarlar grubu. Yemek yenmeden önce üçer-beşer kişilik gruplar kendi halinde büyükçe bir salonda sohbet ediyorlardı. Hasan en-Nedvî, Muhammed Kutup, Hasan el-Kureyşi, Emin Saraç Hoca bir köşede kendi aralarında hararetli bir tartışmayı sürdürürken, bir ara Akif İnan, salonda bulunan İsmet Özel'in sol kolundan, Rasim Özdenören'in sağ kolundan tutarak Nedvî'nin yanına kadar geldiler. Akif İnan, Nedvî'ye bu iki yazarı tanıtırken, günümüz Türk edebiyatında biri şiirimizin, öbürü de hikayemizin en önemli temsilcileridir diye takdim etti. Nedvî de yüzünden eksik etmediği gülümsemeyle onlara iltifat ediyor, sorular soruyordu. Yıl 1997. Sıcak bir haziran ayı. Rahmetli Cahit Zarifoğlu için Kahramanmaraş'ta Milli Gençlik Vakfı tarafından düzenlenen anma toplantısına konuşmacı olarak Akif İnan, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Ramazan Kaplan ve Alim Kahraman davetli. Oturumun yöneticisi olarak da fakiri çağırmışlardı. Akif İnan'ın öteden beri methini duyduğum hitabetini ilk defa orada dinliyordum. İrticalen konuşuyordu. Tok, gür ve hakim bir sesi vardı. Yapmacıksız, içinden geldiği gibi konuşuyordu. Ramazan bayramından iki gün önce bu dünyadan ayrılan "Kudüs şairi"ne Allah gani gani rahmet eylesin. Yine ramazanda, ondan iki hafta önce ebediyete göçen Nedvî'ye de sonsuz rahmet.
hdurukan@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|