Yüreğimden geleni türkülerimde söylüyorum
Türkü söylerken zaten ben bende olmuyorum. Söylediğim türkü neyi anlatıyorsa, ben de onunla beraber oluyorum. Neredeyim, onu da bilemem.
"Sanatımı babama borçluyum" diyorsunuz. Babanızdan ne öğrendiniz ?
Her şeyi babamdan öğrendim. Babamdan, babamın duygularını öğrendim... babamın insanlığını öğrendim... babamdan babamı öğrendim.
Babanız Muharrem Ertaş, hikmet ile sazını buluşturan bir âşık idi adeta.
Sizin "Hikmet" dediğinizi ben aşk olarak anlamak istiyorum. Babam, bir âşık idi, evet. Ben okula gitmediğim için kitap okuyamadım. Bu yüzden de bunları pek bilemem. Ancak bu şekilde anlatabilirim. Söylediğiniz gibi, bir âşık idi babam. Onun duyguları benim duygularım idi. Ha o, ha ben. 5 yaşındayken arkadaşlığa başladık kendisiyle. Benim öğretmenim de o oldu, bağlamada hocam da o oldu. Aynı zamanda babamdı.
Sizin de aşkla dolu bir hayatınızın olduğu, türkülerinizden rahatça anlaşılıyor. Şimdi size aşkı anlatın desem, bana Mevlana gibi "Yaşa ki anlayasın" diyeceksiniz.
Aşkla ilgili neler neler söylenmemiş ki, bana artık söyleyecek bir şey kalmamış. Mecnun "Leyla, Leyla" diye inlerken "Mevla, Mevla" diye inlemeye başlarmış. Misal bu ya, demişler ki "Senin Leyla dediğin, bizim kadınlarımız gibi biri". Demiş ki Mecnun; "Onu benim gözümle görün de, ondan sonra bu sözü bana söyleyin". Getirmişler Leyla'yı, "İşte" demişler, "Leyla bu. Bizim kadınlarımızdan ne farkı var?". Bakmış ki doğru. Leyla da diğer kadınlar gibi bir kadın. "Senin gibisi her yerde var... benim muradım Mevla" demiş Mecnun Leyla'ya. Âşıkın muradı, Mevla'sıdır aslında.
Bozkırda doğmuş büyümüş bir ozansınız. Bozkır gibi uçsuz bucaksız bir yüreğiniz olmalı.
Bozkır, tabiiliktir. Bozkır deyince, ben yalansız bir tabiat olarak görüyorum bozkırı. Atatürk'ün "Köylü, hakiki efendidir" sözüne ben saygı duyuyorum. Efendi deyince ben yalansız insanı anlıyorum. Ben de halkımızı "olduğu gibi göründüğü" için seviyorum. Onların içinde olduğum zaman kendimi rahat hissediyorum. Bozkırı da ben böyle hissediyor ve düşünüyorum. Ben de bu insanların içinden gelen biriyim.
Hayatınızda acılar, hüzünler çok olmuş. Bozlak da bildiğimiz kadarıyla acının ve hüznün ifadesi. Siz bir bozkır çocuğusunuz. Bozlak, ozanın o uçsuz bucaksız, yalanı dolanı olmayan bozkıra bir feryadı mıdır?
Ona isterseniz bozkırın feryadı diyelim, bozkıra değil de. Ozan da bozkıra aittir. Dolayısıyla ozanın feryadı, bozkırın feryadı demektir. Ben böyle anlıyorum.
Rahmetli babanızın son sözü "Sazımın emaneti..." olmuş ve ruhunu teslim etmiş.
"Sazımın emaneti" dediği... sanki komşuya gidecek de geri gelecekmiş gibi geliyor bana. Sazımın emaneti dediğini ancak ben anlayabiliyorum. Babamın yüreğini ifade eden sazıdır diye düşünüyorum... babamın hissiyatını, yüreğini yaşatmak olarak anladım bu sözünü.
Siz toprağın ozanısınız. Yüzünüzde Anadolu'nun çizgileri var adeta. Toprağın ozanı, nerede yaşarsa yaşasın aslından uzaklaşmıyor. Siz memleketinizden uzaklaşmışsınız ama aslınızdan uzaklaşmamışsınız... yüzünüzdeki "Anadolulu"luk hiç kaybolmamış. Türkülere tutunarak mı aslınızı korumayı başardınız?
Özümü kaybetmediğim için efendim. Bu özü de babamdan aldığım için, onu koruyorum. Sazımın emaneti, bir yerde bu demek. Ama türkü, tabii benim her şeyim. Türkü, bendeki Anadoluluğu yaşatan şeydir.
Türkü mü size gelir, yoksa siz mi türküyü arayıp bulursunuz ?
Türkü aşkın icabıdır, ifadesidir. Aşk, hiç insanın ayağına gelir mi? İnsan aşkın ayağına gider. Kerem'in bir sözü var; "Elin kızı gelip sana yâr olmaz / Varıp kapısına kul olmayınca". Biz türkünün ayağına giderik, aşkın ayağına giderik ki, ona türkümüz ilen yaklaşırık.
Sizin bütün türkülerinizde aşk var... siz aşkın ayağına gitmişsiniz. "Gonül Dağı" adlı türkünüz aklıma geldi. Gonül Dağı'nın sizin gönlünüzde mutlaka çok özel bir yeri olmalı.
Tabii efendim, ne demek... ne demek. Ne diyor? "Gonül Dağı". Kerem de diyor ki "Dağ üstüne dağ olmaz". Bir "dağ" var, bir de "dağ" var. Demiri kızdırırlar da derinin üstüne basarlar ya, işte o da "dağ"dır. Gonül de öyle dağlanıyor.
O türkünüzde "Kalpten kalbe bir yol vardır, bilinmez" diyorsunuz.
Kalpten kalbe giden yol, Allah kanalıyla gidiyor. Bütün kalpler de Allah'a bağlı olduğu için, kalpten kalbe giden yol da Allah vasıtasıyla gidiyor. Gonülden gonüle giden yol da; iki insan birbirini severse, birbirine gonül bağı oluyor. Kalpten kalbe giden yol, Allah'ın aktarımıyla gidiyor ve gonülden gonüle gidiyor. İki insan arasında bir sevgi bağı varsa bu gerçekleşiyor.
Karşınızda hiçkimse yokmuş gibi türkü söylüyorsunuz. Sanki başka bir âleme geçiyorsunuz.
Türkü söylerken zaten ben bende olmuyorum. Söylediğim türkü neyi anlatıyorsa, ben de onunla beraber oluyorum. Neredeyim, onu da bilemem. Ben bende olmuyorum, dediğiniz doğru.
Bağlama çalarken de dalıp gidiyorsunuz. Onunla adeta tek vücut oluyorsunuz. Bağlamadan ayrı bir Neşet Ertaş düşünmek de çok zor.
Allah etmesin efendim... Allah etmesin. O benim bir parçam olmuş efendim. Doğduğum günden bu yana sanki bir parçam. Elim, ayağım, kolum sanki. Onsuz ben yarım olurum. Bütünleşmişim ben onunla. O benim her şeyim. Hem bana arkadaş, hem bana teselli, hem bana yoldaş. Benim bir parçam. Kelime bulamıyorum anlatacak, özür dilerim. Üç-beş kelime, ne bellediysem köyde. Kitaptan söz bilmem ben. Onun için de söz becerisinden acizim, kusura bakmayın.
Biz de kitap aramıyoruz zaten efendim... hakikat arıyoruz. Hayatımızda o kadar çok kitap var ki, hakikatin ucunu kaybettik. Yüreğinizden geleni anlatıyorsunuz, bundan daha samimi ne olabilir.
Acizane, ben de onu yapmaya çalışıyorum, söylediğiniz gibi yüreğimden geleni türkülerimde ifade ediyorum.
Bugün türkü söyleyen birçok türkücü var. Onlar da sizin gibi yüreğinden geleni mi anlatıyorlar ?
Aksini düşünmek istemiyorum. Müzik, aşkın icadıdır. Duygusuz müzik, müzik değildir. Müzik, ya duygulu olmalı ya hoşa giden bir şekilde olmalıdır. Müzik ya kulağa hoş gelecek, yahut müziğin içinde bir duygu olacak... bir aşk olacak... bir his olacak. Yoksa zımbırtı gibi bir şey olur, kulak bozar. Anlatamam ben bunu.
Kendim ettim, kendim buldum diyorsunuz türkünüzde. Ne ettiniz, ne buldunuz, izin verirseniz sorabilir miyim ?
Tabii sorabilirsiniz. Ben de şöyle anlatayım: Ben, üç yaşında evcilik oynadığım kıza âşık oldum. Babam bizim karnımızı doyurmak için bırakır gider, 3-5 ay bir köyde kalır, 3-5 ay başka bir köyde kalırdı düğün mevsimi gelene kadar. Ben 3 yaşında âşık oldum. Bir âşık çocuktum. 5 yaşımda babam beni yanına aldı. Gezdiğim yerlerde, memleketten başımı alıp gidinceye kadar ben Kerem de oldum, ben Mecnun da oldum. Âşık idim ben üç yaşından itibaren. Delikanlı çağına gelmişim, âşığım. De ki niye öyle? Kızın gonlüne bırakırsan ya davulcuya varır, ya zurnacıya. Bu da atasözü. Bunlar da bizler oluyoruz gene. Biz geziyorduk... Kürt köyleri, Türkmen köyleri. Geziyorduk. Âşık olmuştum ben. Kimse bize kız vermezdi. Bugün bile, 21. asra girdik, yine de bize kız vermezler. Ne olursun sen öyle olunca? Mecnun da olursun, Kerem de olursun... olursun da alır başını gidersin benim gibi. Körün yere düştüğü gibi düşersin bir yere gonülsüzce. Ben gel dedim o geldi. Haşa huzurdan ırak, "Gonülsüz köpek koyuna hayır etmedi". Ben gonülsüz idim. Geldi. Ama ben gonülsüz idim. Benim gonlüm nerede takılmış kalmış? Ben evlendim mi, evlenmedim mi bilemedim bile. Aldım başımı gittim, onüç-ondört yaşında memleketten çıktım ben. Nereye gittiğimi bilemem... bugün olmuş, ben hâlâ o günkü aşkların yanıklarıyla geziyorum. Kendim ettim, kendim buldum. Niye kendim ettim kendim buldum? Gonülsüz evlendim. Ben kendim gonülsüzdüm. Gel dedim, geldi. Ben kendim gonülsüzdüm. Onun için söyledim ben kendim ettim kendim buldum diye. Nihayet ayrıldık. Ama iki-üç tane çocuğum oldu. Gonülsüzdüm. Kendi hatam idi.
"Bilmez yâr gonlümden bilmez". Evet, bunu öyle söylemişim o zaman ama ben öyle sanmışım. Halbuki ben yarin goynünden biliyor muyum acaba? Onu düşünememişim. Kendimi bilmediğim zamanlarda ben bu türküyü söylemiştim. Ama şimdi kendimi biliyorum ki, ben onun gonlünü biliyor muymuşum ?
"Yâr gonlünü bilenlere yâr elinden gül gelir
Yârin gonlün bilmeyene yârden acı dil gelir
Gonül diyen yâr olunca, aşk sinede nar olunca
İki gonül bir olunca soğan yesen bal gelir
Yârin gonlünü bilmiyorsan, varıp gonlünü almıyorsan/ Yâre içten gülmüyorsan, her ne giyersen giy çul gelir."
Kendim ettim, kendim buldum. Kendi gonülsüzlüğümden oldu. Ben bunu söylüyorum. Gonülsüz köpek, koyuna hayır etmedi.
Âşık, zaten maşukuna hiç kavuşamaz...
Neden kavuşamasın? Neden kavuşamasın efendim? Kavuşamamak için mi insan âşık olur? Neden olmasın? Ortada engel olmasın! Ortada gonül bilmeyen olmasın! İki gonülün arasına diken gibi girilmesin! Ben neden kavuşamadım? Araya giren gonül bilmezler yüzünden kavuşamadım. Ben bugün dünyada mutlu değilsem işte bu yüzden mutlu değilim. Ben gonül ettiğimle, aşk ettiğimle evlenemedim.
Onun için mi yollara düştünüz ?
Eh, daha işte sürünüyorum. Çoğu gitti, azı kaldı. Gayrı gideceğiz ya...
Âşık adamın da kaderi bu derler efendim. Âşık yollarda perişan dolaşırmış.
Kaderi olur mu efendim! Eski bir hikayedir bu söyledikleriniz. Doğru değil. Eskiler cahilmiş. Şimdi gençlerimiz okuyor. İnsan hayvan değildir, insan insandır.
İnsanlara müziğinizle ne anlatmak istiyorsunuz ?
62 yaşındayım ve çok şükür kendimi biliyorum. İnsanlara müziğimizle doğru bildiğimizi, doğru bulduğumuzu, dünya çapında insanlığa ölçerek, insanlığa yakışan şeyleri, insanlığa yakışmayan şeyleri anlatmaya çalışıyorum. Benden bir fazla bilenin talebesiyim, bir eksik bilenin öğretmeniyim. İnsanlar birbirine hoşgörüyle yaklaşmalı. İnsanın insandan aldığı zevki, insanın insandan bulduğu huzuru, insanın insandan aldığı tadı insan yeryüzünde başka hiçbir şeyden alamaz. İnsanın kötüsü olmaz, insanın birbirinden aşağısı olmaz. İnsanın birbirinden üstünü olmaz. İnsan eşittir, birdir. Hepimiz birer ruhuz. Canlar aynı ama ruhlar değişiktir. Suçun sorumlusu ruhtur, vücudun günahı yoktur. Yani içindekine kızıp dışındakinin teline dokunmasın kimse.
"Sakın ola insanoğlu, incitme canın incitme
Bir kalp hakka bağlı, incitme canın incitme".
Benim diyeceğim bu!
|