Türkiye'nin birikimi... | ||
|
O hâin suskun duvarCannes film festivali, sinema endüstrisinin Avrupa'daki en önemli yarışma alanıdır. Her yıl, ünlü isimlerin yer aldığı bir jüri, çeşitli dallardaki filmleri değerlendirir. Bu yılın Cannes merkezli en önemli haberi şu: Cannes jürisi, üç İran filmini, ödüle lâyık buldu. İran sineması yıllardır değerli yönetmenler çıkartıyor; İranlı teknik elemanlar da dünyanın her tarafında el üstünde tutuluyorlar. Bu yıl üç filmle birden ulaşılan başarı dikkat çekici; ancak İran sineması dünyanın dört bir yanındaki değişik festivallerde de bir çok ödül toplayıp duruyordu... İran'ın dünya sisteminden gördüğü muameleye baktığımızda, sinemasının Batı'da takdir görmesi, her bakımdan ideolojik ölçülerin yaygınlaştığı bir dönemde, sinema sektörünün nesnel davranışının bir örneği kabul edilebilir. İran sineması önyargıları alt edecek güçlü ürünlerle festivallere katılıyor, bu tamam; ancak dünya sisteminden 'parya' muamelesi gören bir ülkeden gelen filmlere ödül veren jüri üyeleri de övgüye değer bir cesaret göstermiş oluyorlar... Elbette bu cesaretin altında Fransa dahil bazı Batı ülkelerinin İran'la yakınlaşma niyeti de yatıyor; ancak yine de, üç ödül, ortada, 'jest'ten öte bir gerçeğin varlığına işaret ediyor... Geçmişte, bazı Türk filmlerine de 'hesaplı' ödüller yağdırıldığını sonraki itiraflardan biliyoruz; Türkiye'de aydınların ve sinema çevrelerinin dudak büktüğü soylu ürünler de, sergilenebildiğinde, Batı'da ödüllendirilmişti. İskilipli Atıf Hoca'nın hayatından kesitler sunan Mesut Uçakan'ın 'Kelebekler yalnız uçar' filmi bazı Batı festivallerinde ödül kazanmıştı; bizde aynı filmi gösteren tv kanalı karartmayla cezalandırıldı... Dünyanın 'farklı' renk ve sesleri anlamaya çalışması ve değer bulduğunda ödüllendirmesi, bizim kendi içimize yansıyan, bizde de uygulanan bir tavır değil. Türkiye'de, kendilerini 'siyaseten doğru' bellemiş çevreler dışından birinin, herhangi bir sanat dalında tanınabilirlik kazanması mümkün görünmüyor. Şiirde, öyküde, romanda, güzel sanatlarda, sinemada varolan ideolojik uçurum, günlük politikada fark edilenden çok daha keskin. 28 Şubat'ın politikaya taşıdığı 'yanlı' tavır, sanat alanında ondan çok önceden beri bir ölçü olarak uygulanıyor... İslâmî kimliği ile bilinen veya milliyetçi kesimden birinin, medyada egemen çizgiyi zorlaması, ünlü eleştirmenlerden "Aferin" alması, ürettiğinin övgüyle karşılanması pek görülmüş bir şey değil. Kendilerini 'siyaseten doğru' gören ve gösteren çevreler, gözlerini, kulaklarını ve ağızlarını kendi içinden geldikleri çevre dışına bütünüyle kapalı tutuyorlar. Bu sebeple, başarılı bir yerli ürünün uluslararası platformlarda övülmesi pekâlâ mümkündür de, yurt içindeki o hâin suskunluk duvarını yıkması hiç de kolay değildir... Cannes film festivalinde üç İran filminin ödüle değer bulunmasının, Türkiye'de kendini 'sistem dışı' görenler açısından değerlendirilmesi gereken bir yönü de var: Uluslararası câmia, önyargıları yıkmak ve değeri kabul ettirmek yönünden daha kolay yaklaşılabilir özellikler taşıyor; içeride ses getirmese ve suskunlukla karşılansa bile, üretilen değeri başkalarına beğendirmek mümkün... Belki de, içerideki o hâin suskunluk duvarını, dışarıda kazanılacak beğeniyle yıkma çabasına girmenin zamanı geldi. Küreselleşen dünya, özellikle Batı'da giderek birbirinin tekrarına dönüşen, yavan, özelliksiz ve kişiliksiz eserler üretme arenası haline geldi; hızlı gıda gibi hızlı tüketilen sanat ve edebiyat egemenlik kazandı. Böyle bir ortamda, farklı ses ve değişik renkler dikkat çekiyor, beğeni alıyor. İran sinemasının son yıllardaki uluslararası başarısının altında bu gerçek yatıyor işte... Türkiye'nin ve kendilerini egemen çevrelerce 'dışlanmış' hissedenlerin, uluslararası arenada değerlerini kabul ettirme çabasına girmeleri şart... Kötü komşu ev sahibi edermiş; kötü eleştiri ortamı da, gerçek değerleri ödül sahibi etmeli.
fkoru@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|