Türkiye'nin birikimi... | ||
|
İki taraf olsaydı biri ehven olurduTürk milletindeki siyasi feraset hiçbir millette yoktur. Ne var ki bu milletin içinden çıkıp da mürekkep yalamış olmakla, mektep sıralarında dirsek çürütmüş olmakla övünenler onun ferasetinden bîhaberdir. Milletin sahip olduğu ortak bilinç ve mâşerî vicdan sayesinde siyasi konularda ne büyük maharetle at oynatabildiğini fark etmek şöyle dursun Türkiye'de bir-iki satır okumuşluğu olanlar başlarlar milletten, milletin siyasi bilincinden şikâyet etmeye. Meselâ Türk milletinin başkaldırma geleneği olmayışından şikâyet ederler ve nasıl olup da kısa vâdeli, ufak tefek çıkarlarını gözetebilmek için uzun vâdede etkili olacak büyük çıkarlarını tehlikeye attığına, yani ne kolay aldatılabildiğine hayret ederler. Bu iş koyunluğun bir suçlama vasfı haline gelmesine ve Türk milletinin zekâsından şüphe etmeye kadar varır. Kibirli Osmanlı aydınları küçük gördükleri Tük milletine "çarıklı erkân-ı harp" adını takmışlardı. Cumhuriyet aydınları ise yaptıkları ayrımcılığın adını koyacak kadar dikkat sarf etmeyi bile çok gördüler bu millete. Milletin sırtından bir demokrasi oyunu oynanmaya kalkışıldığında tecrübe sahibi olan yine millet oldu. Yönetim imtiyazına sıkıca yapışanların ise millet hakkındaki bilgisizliği katmerlendi. Eğer bir toplumun temel eğilimlerinin siyaset alanında bir yönetme seçeneği şekline girmesine demokrasi denilecekse Türkiye'de milletin demokratik özlemlerinin daha 1946 yılında boğazlandığını, millete mal edilebilecek hiçbir eğilimin bir bedene kavuşmasına fırsat verilmediğini, milletle sahici bağlar kurup bunu sağlamlaştırabilecek bütün siyasi örgütlenme yollarının o dönemde tıkandığını söyleyebiliriz. Bugün "46 ruhu" nostaljisine dalanlar milleti idareden yalıtma siyasetini tebcil ettiklerini bile bilmeyenlerdir. Bir Türk köylüsünün veciz bir biçimde ifade ettiğine göre yönetmenin imkânlarını yirmi yedi yıl boyunca tepe tepe kullanan CHP ve aynı tutumu ancak on yıl devam ettirebilen DP arasındaki fark bir kağnı tekerleğinin izinden ibaretti. Her ikisi de aynı yerin çamuruydu; ama o çamurlu bölgeden bir kağnı tekerleği geçmiş ve geride bir "bölünmüşlük" görüntüsü bırakmıştı. 27 Mayıs 1960 ihtilâli durumu değiştirmedi; durumun şiddetini artırdı. Yani bu tarihten sonra artık çamur eskisinden daha homojendi ve bölünme parça sayısı bakımından olduğu kadar bölen çizginin koyuluğu, derinliği bakımından da çoğalmıştı. Aradan kırk yıl geçti. Geçen zaman ve yaşanan olaylar siyasi kadroların sisteme sundukları hizmet itibariyle birbirlerine ne kadar çok benzerlerse o kadar uzun ömürlü olabileceklerini kanıtladı. Bugün de siyaset sahnesinde çatışan taraflar varmış gibi görünüyor. Türk milleti bu sözde "tarafların" birbirlerine daha neler yapacaklarını belki merakla; ama her zaman leblebi-çekirdek yiyerek seyrediyor. Milletin seyretmekle yetindiği ve asla peşinden gitmediği bu idare ehlinin aynı soydan geldiğini bilmiyor zannedenler gaflet içindedir. Milletin siyasetçiler karşısındaki taraflarca tutumunun ne derecede dar sınırlı olduğunu görmüyor musunuz? Herkes hepsinin aynı taraf olduğunu biliyor. Türk siyasi kadrolarından iki taraf çıkarmak mümkün olsaydı bunlardan biri mutlaka ehven olurdu. O zaman milletin tarafı da anlaşılmış olurdu. Siz Türk siyasetinde sıkça görülen transplantasyonlar sırasında hiç doku uyuşmazlığı vakıasına rastladınız mı?
iozel@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|