Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Arabesk şehirlerde yokolurken...Pop müziğin içeriksizliğini paylaşmaya giderek yaklaşan 'arabesk' ile şehirlerin içine yuvarlandığı hal arasında bire bir koşutluklar var ve bunlar giderek daha çok belirginleşiyor. Pop müzik, hiçbir zaman, dünyadaki benzerleri gibi 'şehrin gerilimi'ne yaslanan ve bu gerilimin içinden yürüyen bir müzik olamadı. Bu nedenle içerimlerinden melodisine kadar her zaman yapıldığı için ilgilenilen bir müzik olmayı sürdürdü. Şehir yerine, 'şehrin ruhunun ambalajlandığı', dolayısıyla şehre ait en 'içeriksiz pozisyonların' sergilendiği 'salon'un iç soru(n)larının müziği olmanın ötesine geçemedi pop müzik. Pop müziğin dinlenmesi, sadece 'arz'ın varolmasına yönelmekten başka bir seçenekle donatılmamış olan 'taleb'in zorunluluklarından kaynaklandı. Her türlü 'taleb'in kurgusuna dair yasa, müziğe dönük 'talebin kurgusu'nu da kuşattı ve 'talep', 'arz'ın sunduklarını tüketme mükellefiyetiyle baş başa bırakıldı. Bu nedenle pop müziğin bu topraklarda 'tüketilmesi' görmezden gelinemeyecek bir olgudur, ama bunun ne kadar 'dinleme' başlığı altında toplanabileceği kuşkuludur. 'Şehrin gerilimi'ne, hadi biraz da siyasi bir ton katma kaygısıyla / gerekliliğiyle söyleyelim, 'şehrin diyalektiği'ne yaslanmayan, şehir olgusunun belirleyici ögesi olan 'çelişikliğin' içinden yükselmeyen pop müzik karşısında 'arabesk'in dinlenmesinin en büyük sebebi ise, kendi 'gerilim'ini, 'çatışma alanları'nı ve 'diyalektik süreçleri'ni belirleme 'iddiası'nın herşeye rağmen sürdürülebilir olmasından ileri geliyordu. Bu 'iddia', hiçbir zafer kaygısı ve gelecek beklentisi gözetilmeden sürdürüldüğünden, 'kendinde iddia' olan 'arabesk' aynı anda 'kendisi için iddia' olmak gibi kültürel olanla siyasal olanın keşistiği bir anlam düzene(ksizli)ğinin müziği olarak 'dinlendi'. 'Arabesk'in pop bakışaçısıya tüketilmeye icazet vermeyen yapısı da buradan kaynaklandı, çünkü 'standart' dinlenme ve tüketilme kavrayışlarını değiştirme iddiasının da öznesiydi 'arabesk'. Şehrin periferisindeki gerilim alanlarını yücelten, kıyıya tutunma arayışının ifadesi olan çatışma alanlarını işaretleyen ve 'şehir içinde(ki) şehir' şeklinde yaşayan ve hükümünü yürüten 'dip dalgaları'na sahiplenen diyalektiğin isyankar sözcüsü olmaya soyunan arabesk, bir 'iddia' olarak kendini ifade ederken, aslında bir yandan siyaseti belirliyor, öte yandan siyasetten beslenmeye yaklaşıyordu. Göç dalgasının yarattığı sistemi etkileyen hareketliliklerin sahne almasının, çevreden merkeze akmak isteyen ekonomik ve kültürel taleplerin ifadesi olan 'kültürel haklar'ın yükselişinin ve bunların temsiline soyunan yeni elitlerin gündemleştirdiği 'toplumsal kimlik' tartışmalarının yegane 'sıcak temas' alanı, adı koyulsun ya da koyulmasın 'arabesk' denilen direniş biçimiydi. Siyasette 'yeni güçler'in ortaya çıkışı ya da 'merkezin buharlaşması' veya klasik merkez sağ ve merkez sol ayrımının işlerliğini bertaraf eden gelişmelerin belirmesi 'arabesk'in gücünün açık bir göstergesiydi. Bu güç kendine bir 'siyasi temsil' aradı ve bu temsil 1995'ten bu tarafa belediye seçimlerinde ve bir hükümetin kurulmasında kendini açıkça gösterdi. Buraya kadar olan 'toplumsal'ın 'siyasal'ı beslemesi anlamında 'ileri besleme'ydi. Bütün toplumsal-siyasal gelişmelerde olduğu gibi bundan sonra 'geri besleme'nin gelmesi gerekiyordu. Yani siyasetten toplulumsala bir akışın gerçekleşmesi safhası gelmişti. Bu safhada, artık toplumsal olanın iddiasının yaşamak için yeni enstrümanlara olan ihtiyacının karşılanması beklentisi ortaya çıkmıştı. Fakat 'post-modern darbe'den bir aşama önce başlayan ve siyasetin 'toplumsal dip dalgaları'yla temasının kendiliğinden kesilmesiyle beliren süreç bu aşamanın doğmasını engelledi. Böylece içeriksizleşmenin kıyısına gelen toplumsal, 'post-modern darbe' ile içeriksizleşmenin kucağına itilmiş olan 'siyaset'in kronik desteksizliğinin belirmesiyle tümüyle bağlamsız kaldı. Bu saatten sonrası İbrahim Tatlıses'in artık hizmet edenlere değil edilenlere seslenmeye karar verdiği, bir bakıma iddiasızlaştığı, 'Akdeniz akşamları' şarkısını söyleyebilmesidir. Işıltılı 'Akdeniz akşamları'ndan dışlananların, bu dışlanmaya itirazlarının boşa düşürüldüğü ve/hatta kendilerince 'Akdeniz akşamları' yaratma iddisasında olanların terkedildiği, 'Egemen Akdeniz akşamları' kodlarına teslimiyetin ilan edildiği aşamadır bu. Zaten isyanı ve bu isyanın şehirde tutunma çabasını ifade etmeye çalışan Ferdi Tayfur da teslim bayrağını bir başka noktada çekerek 'hadi gel köyümüze geri dönelim' diyerek, şehirdeki isyanın başarısız olduğunu, 'onurlu bir yenilgi'den bile vazgeçildiğini ilan etti. Şehirlerin 'gerilim üretme', yani 'yaşamı yüceltme' kabiliyetini kaybettiğini gösteriyor bu süreç. Siyasetin de bütün bu olup biteni anlayamayacak bir 'siyasetsizleşmenin' egemenliği altında ufaldığını. Müslüm Gürses'in son çalışmasında artık hiçbir şey söylemeyerek, sadece 'biz babadan böyle gördük' şeklinde bir 'anonimliğe' sığınarak siluetsizleşmesiyle, seçmen kitlesinde ana gövdeyi 'kararsızlar'ın oluşturması arasındaki 'derin bağlantılar' çok açık. Bütün bunlara ragmen iş işten hala geçmiş değil, bu bağlantıları görecek bir siyasi hareketi ve yeni bir siyasi kavrayışı 'hala' bekliyor Türkiye.
ocelik@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|