Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Çevik Bir'in güçlü eylem planıBir zamanlar bazı gazeteci arkadaşlarımızın, Hürriyet ve Sabah'ın manşetinde nasıl teşhir edildiğini hatırlayınız. Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand, sözde Şemdin Sakık'ın ifadesine dayanılarak, PKK işbirlikçisi ilân edilmişti. Daha sonra gazeteci Can Ataklı'nın Öküz dergisindeki itiraflarını okuduk. Ataklı, Genelkurmay 2'nci Başkanı Çevik Bir'in, gazete yönetimini, Çandar ve Birand aleyhindeki haberi yayınlamaları için zorladığını söylüyordu: "Bir general, Şemdin Sakık'ın ifadesine kendi yazdığı metni ekleyerek, Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand'ı suçladı; bu metin yayınlanmadığı takdirde, gazeteyi batırmakla tehdit etti." Bugün Yeni Şafak'ta neşredilen Andıç, Ataklı'nın iddialarını doğruluyor. Çevik Bir, Şemdin Sakık'ın ifadesinden istifade ederek, Cengiz Çandar ve M. Ali Birand gibi gazetecilerin yıpratılması talimatını vermiş. Hatta icab ederse, aynı pakete, Yavuz Gökmen, Altan kardeşler vs. de konulsun tavsiyesi, Bir tarafından uygun bulunmuş. Psikolojik savaş
Bizim sözünü ettiğimiz psikolojik savaş bu. Psikolojik savaşın önde gelen unsurları, medyadaki bazı güvenilir(!) kalemler, genel yayın müdürleri ile gazete patronları. Yöntem hep aynı: Elde edilen bilgiler maksada uygun bir şekilde düzenleniyor ve basına verilecek bilgi notu haline getiriliyor. Bunun için zaman zaman, mevcut ifadeden elde edilen bilgilere, çeşitli İLAVELER YAPILIYOR. Sonra da "etkin köşe yazarlarından" seçilen birine veya bir kaçına bilgiler, bilgi notları, ilâvelerle birlikte veriliyor. Amaç, "iç düşmanı" yıpratmak. Bu iç düşman, bazen bir siyasi parti (Hadep veya Fazilet), bazen politikacı (Selim Ensarioğlu -DYP-, Fethullah Erbaş -Van/FP-, Abdülmelik Fırat -Erzurum/ DYP- vs...), bazen de işadamı veyahut gazeteci (Cengiz Çandar, M. Ali Birand, Yalçın Küçük, Mahir Kaynak, Yavuz Gökmen, Mehmet ve Ahmet Altan vs.), bazen bir dernek (İnsan Hakları Derneği) olabiliyor. FP ve politikacılar
Esasında ortada bir başarı var. Şemdin Sakık yakalanmış. Bunun üzerine Çevik Bir hemen bir eylem planı düzenliyor. "İç düşmanları" PKK ile irtibatlandırarak yıpratmaya, gözden düşürmeye çabalıyor. Şu Fazilet Partisi hakkında yazılanlara bakın: "Amaç: Refah Partisi'nin PKK ile işbirliğini ortaya koyarak, Fazilet Partisi'ni yıpratmak. FP'nin müteakip seçim döneminde, PKK ile işbirliği yapacağı tem'asını işleyen bir bilgi notunun hazırlanması. Etkin köşe yazarlarından birine ve televizyonlara, Sakık'ın ifadesinden, Refah Partisi ile bölücü örgüt arasındaki ortak amaca ilişkin faaliyetlerin aktarılması. Elde edilen bilgilerin maksada uygun tarzda düzenlenerek bilgi notu hazırlanması..." Çevik Bir'in "güçlü eylem planında" siyasiler de hedef tahtası: "Mevcut ifadeden (Şemdin Sakık'ın ifadesi) elde edilen bilgilere İLAVELER yapılarak, siyasetçilerin, parti içinde yıpratılmaları, siyasi kariyerlerinin olumsuz etkilenmesini teminen mektup kampanyasının başlatılması." Yargı bağımsızlığı var mı?
Bu andıçın, gerçeği yansıtmadığı, düzmece olduğu umudunu taşıyoruz. Ülkemizin düşmanlarını mânen bozguna uğratacak bir psikolojik savaş yürütülmesi normal; ama ordumuzun hiçbir birimini, hedef tahtasına oturtulan siyasi partilere, politikacı, gazeteci ve işadamlarına karşı, keyfi yıpratma kampanyaları içinde görmeyi, içimize sindiremeyiz. Bu andıçtaki bilgiler doğruysa bile, eylem planının Çevik Bir'in girişimiyle sınırlı kalmış olmasını diliyoruz. İnşallah, halâ devam eden bir tatbikatla karşı karşıya değiliz. Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin işi, gazeteci teşhir etme, partileri seçime sokmama veyahut PKK işbirlikçisi gibi gösterip, karalama olmamalı. Andıç'ın üçüncü sayfasındaki bir cümleyi hatırlatalım. Hadep'e karşı kullanılacak yöntemlerden biri olarak "Yargıtay Başsavcısı nezdinde girişimde bulunularak, 1999 yılında yapılması düşünülen genel ve yerel seçimlere bu partinin girmemesinin sağlanması" deniliyor. Nerede kaldı yargı bağımsızlığı? Daha sonra Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş'ın Anayasa Mahkemesi'ne başvurarak Hadep'in seçimlere girmemesini talep ettiğini hatırlıyoruz. Gene o sıralar, duyduğumuza göre, Hadep'in seçimlere sokulmaması için, Anayasa Mahkemesi üyeleri çok ağır baskılarla karşılaşmışlardı. Maalesef bazı olaylar (Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand'ın teşhir edilmeleri; Hadep'e ve FP'ye karşı tavır) eylem planının sahte bir belge olmadığını gösteriyor. Muhakkak "dost gazetecilere" verilen başka "güçlü eylem planları" da vardır. Bazı sütunlardan durup dururken bendenize çirkin sataşmaların yapılmasını, öteden beri psikolojik savaşın bir parçası olarak değerlendirirdim. Şimdi belgesi elime geçti. UĞUR DÜNDAR'A CEVAP
Uğur Dündar ve Emin Çölaşan, aynı iddialarla dün bana hücum ettiler. Her şeye rağmen, Uğur Dündar'ı daha seviyeli bir üslûbun sahibi olduğu için, Çölaşan'dan ayırıyorum. Hadise şu: Dündar'ın mafya dediği, (ben öyle olup olmadığını bilmiyorum) Sedat Çolak. Kemal Ilıcak'ın vefatından bir süre sonra, Sedat Çolak, gazeteye bir şekilde el koydu. Zaten de işi yürütemedi. Ücretleri ödeyemedi; gazeteci arkadaşlar mağdur oldu. Benim de işime son vermişti. Uğur Dündar'la görüşmem, mallarımı kurtarmak için değil, Tercüman'ı kurtarmak içindi. Çünkü Tercüman eşim rahmetli Kemal Ilıcak'ın çok önem verdiği bir müesseseydi. İflas etmişti Tercüman AŞ. Bir başka şirket, Tercüman ismini kiralayarak yayını sürdürüyordu. Ben, o şirketin gazete çalışanlarınca yürütülmesini, Tercüman'ın yayınının devam etmesini arzu ediyordum. Ama Sedat Çolak, buna mâni oldu. Hadise bundan ibarettir. Konunun, yalı meselesi ve 10 milyon dolarla hiçbir alâkası yoktur. Zaten ortada böyle bir para da mevcut değildir. Nitekim, Uğur Dündar yalıdan veyahut 10 milyon dolardan söz etmiyor. Bu iki hususa deyinen sadece Emin Çölaşan. Herhalde, eline tutuşturulan "bilgi notunu, maksada uygun ilâvelerle yeniden düzenleyen" Çölaşan, bu şekilde yazısının daha büyük bir tesir yaratacağını düşünmüş olmalı. Gene Uğur Dündar'ın iddialarına geri dönelim... Kemal Horzum'un rahmetli eşimle değil, olsa olsa dönemin Ankara temsilcisi ile bir ilişkisi olabilir. Bence Uğur Dündar konuyu Uğur Reyhan'a sorsun. İlksan'ın Ömerli Barajı havzasındaki Sefer Usta çiftliği, öğretmenlerden alındı. Şimdi Aydın Doğan'a ait. Eğer üzerinde inşaat yapılmayacaksa, Doğan bu koca araziyi niçin aldı? Öğretmenler yerine, ucuz araziden Aydın Doğan yararlanıyor. Star televizyonunda Uğur Dündar, Emin Çölaşan'la elele bu konuyu işleyebilir. Korku meselesine gelince... Onu bunu sindirmeye çalışan gazetecilerden gözüm korkmaz. Çünkü veremeyecek hesabım yok. Attıkları çamurun da izi üzerimde kalmaz. Ama elbette "silâhlı" mafyadan korkarım. Çünkü Uğur Dündar ve Emin Çölaşan gibi bir düzine korumayla gezmiyorum sokaklarda. Yakında Meclis'te İçişleri Bakanı'na hangi gazetecinin kaç koruması olduğunu soracağım. Acaba, ona buna küfür etsinler diye mi, devlet bu korumaları onlara veriyor. Son bir soru: Sayın Uğur Dündar, bu ne telâş? Hem Fehmi Koru, hem de ben, sizi işaret etmiyoruz. Aynı, Yalçın Pekşen gibi. Üzerinize alınacağınıza, bir araştırmacı gazeteci olarak, özellikle Yalçın Pekşen'in işaret ettiği o çok çok çok ünlü işadamı ve gene o çok çok çok ünlü gazetecinin peşine düşseniz ya...
nilicak@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|