![]() |
![]() |
||
![]() |
“ Türkiye'nin birikimi... ” |
![]() |
![]() |
|
![]() |
İslâm'ı öğretecek insan ihtiyacıAvrasya İslâm Şûrâsı'nda Tataristan temsilcisi açık ve net olarak şunları söylüyor: -Sovyetler dağıldığında ortada büyük bir dini müessese açığı vardı. Onun için Türkiye'den öncelikle cami yapımına yardım istedik. Bizim insanlarımızın da gayretiyle bugün 2000'e yakın cami yapıldı Tataristan'da. Ama şimdi, başka bir şey istiyoruz Türkiye'den... Bu camilerde görev yapacak, halkımıza İslâm'ı doğru öğretecek insanlar gönderin bize... Tataristan temsilcisinin görüşleri, başka temsilciler tarafından da heyecanla paylaşılıyor. Bu talebin oluşmasında, derin bir İslâm özleminin yaşandığı bu bölgelerde, İran ve Suudi eğitimli insanların yol açtığı dini tartışmaların da yoğun etkisi var. Türkiye bu talebi önemsemeli mi? Elbet önemsemeli. Peki Türkiye'nin bu talebi karşılamayı amaçlayan bir politikası ve daha ötede bu talebi karşılamak üzere yetiştirdiği insan unsuru var mı? Maalesef bu iki soruya da olumlu cevap vermek mümkün değil. Hele İHL'lerin girdiği son tüketilme süreci, Türkiye'yi bu alanda çok daha derin bir kısırlığın içine itecek. Bu konuyla ilgili bir başka gelişme İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın girişimleriyle ilgili. Tantan, son valiler operasyonunda yeni görev alan valilere hitaben yaptığı konuşmada, valilerin görev yaptıkları bölgenin "inanç haritası"nın çıkarılması ve halkın İslâm konusunda doğru bilgilenmesinin sağlanması gerektiğini vurguladı. Tantan, Yeni Şafak'a verdiği demeçte de, "Din ahlâkını yerleştireceğiz" dedikten sonra, yurt dışında yaşayan Türk ailelerin dinin temel esaslarını öğretici ve uygulayıcı biçimde yönlendirileceğini ifade etti. (5 Ağustos 2000) Bunlar, ister içerden, ister dışardan bakılsın, Türkiye'nin "İslâmî bilgilenme"yi ne kadar önemsemesi gerektiğinin açık kanıtları. Almanya'da-Berlin'de Milli Görüş Teşkilâtı, okullarda "din eğitimi" verme hakkı elde ettiğinde Türkiye, bu kuruluşla işbirliği yapıp derslerin daha sağlıklı ve Türkçe verilmesi için gayret göstereceğine, "irtica-iç tehdit" mantığıyla hareket edip, işin sadece "Bu dersi bu kuruluş vermemeli" yönüyle mi ilgilenmeliydi? Almanya'daki Türk vatandaşlarının, hiç olmazsa "millî kimlikleri"ni korumaları kaygısıyla, din eğitimi ihtiyacı gündeme gelmeli değil miydi? Sadece cami hizmetleri, çocukların islâmî bilgilenmeleri ihtiyacını karşılayamayacağına ve ortada, her anne-babayı tedirgin eden bir "üçüncü neslin kaybolması" tehlikesi söz konusu olduğuna göre, nasıl korunacaktı, üçüncü, dördüncü, beşinci nesiller? Yoksa biz, "Avrupa ile entegrayon" hatırına nesilleri gözden çıkarmış mıydık? Ama işte, Sovyet-Rus entegrizmi, Müslüman hakları entegre-asimile edememiş, insanlar, 75 yıl sonra, milli kimlikleri ile İslâm kimliği arasındaki derin bağı keşfetmek için yola koyulmuşlardı. Türkiye'nin Avrupa'daki vatandaşları için böyle bir kaygısı-duyarlılığı var mıydı? Türkiye içerde, sadece insanlar, sistemin kontrol alanı dışında İslâmî bilgilenme arayışına girdiğinde mi gözü açılacaktı? Türkiye şu anda içerde, nüfus cüzdanlarındaki din hanesinin kaldırılmasını ve Diyanet Reisi'nin inisiyatifinde, kimi dînî bilgilerin yenilenmesi hususunu tartışıyor. Her dînî tartışma, toplumu hareketlendiriyor. Ortada şöyle bir sorun var: Bütün bu tartışmalar hangi bilgiyle yapılacak? Hangi bilgiyle yapılırsa hem din hem toplum için sağlıklı sonuçlara ulaşılır? Ve eğer hem Türkiye'de, hem de akraba toplumlarda bir bilgilendirme-eğitim söz konusu olacaksa, bunu, hangi yetişmiş kadrolar gerçekleştirecek? Türkiye'de yıllar boyu, "din adamı-din âlimi" yetiştirme konusu tartışıldı. Kur'an Kursları, İHL'ler, İslâm Enstitüleri, İlâhiyat Fakülteleri arayışlardı. Sistemin arayışı ile İslâm'ın arayışı ne kadar örtüştü, alınan sonuçlar ne kadar tatmin edicidir, bu ayrı bir tartışma konusu... Ama, bu müesseselerin her şeye rağmen, bir derin eğitim çatlağını tamire yönelik hizmetler verdiğini kabul etmek gerekiyor. Şimdi problemin uluslararası ölçekte büyüdüğü, içerde ve dışarda din eğitimi ihtiyacının devasa boyutlara ulaştığı bir zamanda Türkiye, kendi kollarını, bacaklarını kesercesine bir durum içine sürüklenmiş bulunuyor. İHL'lerin, Kur'an Kursları'nın, İlâhiyatlar'ın, İlâhiyat Meslek Yüksek Okulları'nın 28 Şubat süreci içinde sürüklendiği tükeniş seyrini kastediyorum. Bu süreçte, memleketin bu hayati müesseseleri "iç tehdit" sendorumu ile ilişkilendirildi ve tüm büyüme yolları kesildi. Bu, aslında Türkiye'nin kendi varlığını koruma ve büyüme yollarının kesilmesi anlamına geliyor. Eğer Tataristan Müftüsü'nün çağrısını duyup, ona Türkiye sevdası ile yüklü din adamı-din alimi göndermezseniz, Tataristan'da sevgi büyütemezsiniz. Kosova'ya da ulaşmalısınız, Bosna'ya, Kazakistan'a, Bulgaristan'a da... Bunun için elinizde dolu dolu İslâm öğretmeni-âlimi olmalıdır... İmam Hatip ve İlâhiyat damarı kurutulduğunda, nerede yetişecek bu âlimler, öğretmenler?
atasgetiren@yenisafak.com
|
![]() |
![]()
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|