1982'de İsrail işgali nedeniyle Beyrut'a giden Çok Uluslu Güç'te yer alan İngiltere ve Fransa, müttefikleri ABD'yi başına buyruk hareket etmekle suçlamışlardı.
Türkiye'nin Lübnan'da konuşlandırılacak Barış Gücü'ne asker göndermesiyle ilgili tartışmalar, daha önce denenen ve fiyaskoyla sonuçlanan Çok Uluslu Güç'ü akıllara getiriyor. Oysa İsrail'in 1982'de Lübnan'a girmesinden sonra oluşturulan Çok Uluslu Güç'te yer alan ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında amaç ve uygulama konusunda büyük sıkıntılar yaşanmıştı. ABD'nin baskısıyla ÇUG'da yer alan ülkeler ABD'nin başına buyrukluğunu eleştirdiler. Dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, anılarında Lübnan'a asker göndermek istemediğini, zorlamalar sonucunda 100 asker gönderdiğini belirtir. "ÇUG'un görevi Beyrut bölgesinde hakimiyet kurmaları ve oradaki nüfusun güvenliğini sağlamaları için Lübnan hükümetine ve ordusuna yardımcı olmaktı" diyen Thatcher şöyle devam ediyordu: "Ortada apaçık hedefler yoksa, askerlerimin işe karışmalarından huzursuzluk duyarım. ÇUG'un orijinal sınırlı görevi kağıt üzerinde apaçıktı. Ancak daha sonra Eylül ayında ABD'lilerle İtalyanlar katılımımızı arttırmamız ve görev alanını genişletmemiz için bize baskı yapmaya başladılar. Herkes ÇUG'un o haliyle Lübnan hükümetine ve ordusuna yardımcı olmakta yetersiz kalacağından kuşku duyuyordu. Ancak, tabii bu yetersizlik ÇUG'u genişletmek kadar geri çekmek için de bir gerekçe sayılabilirdi. 9 eylülde Chequers'de konuyu görüşmek üzere bakanlar ve danışmanlarla toplantı yaptım. ABD'nin Suriye'ye karşı mantığın ötesinde katı bir tutum takınacağı yolundaki haberler beni telaşlandırmıştı. Suriye, kuşkusuz ilerleme sağlamak için engel oluşturmasına rağmen, o destek vermeden Lübnan için herhangi bir çözüm sözkonusu olamazdı."
Lübnan'ın Hıristiyan Cumhurbaşkanı Emin Cemayel ile Lübnan Hükümeti'nin aşırı sağcı Falanjist hareketin izlerini taşıdığını, bu yüzden Lübnan'da geniş destek sağlayamadıklarını belirten Thatcher, Şii fedailerin ABD ve Fransız askerlerine yönelik intihar saldırısının ardından, İngiliz askerlerinin belirsiz bir amaç için hayatlarını riske atmamak için büyük çaba harcadıklarını söyler. Thatcher, "Amerikalıların başına buyrukluklarının ve öngörülemez davranışlarının orada çok daha ciddi sonuçlarla tekrarlanacağından kaygı duyuyordum" diyordu. ABD'nin ÇUG'a yönelik saldırılara ölçülü ve yasal çerçeve içinde cevap vermesini savunduğunu belirten Thatcher, ABD Başkanı Reagan'dan, operasyonların kendini savunmayla sınırlı kalması ve sivillerin ölümüne neden olunmamasını ister. ABD, Thatcher'e İsrail'i işin içine katmayacağını, Suriye ve İran'a saldırmayacağını bildirir. Thatcher, 'rahatladım' diyordu.
Ne var ki Thatcher, Fransa'nın hava saldırıları yapması karşısında şaşkına dönmüştü. Thatcher şunları söylüyordu: "Mitterand daha sonra bana bunları ABD'nin baskısıyla gerçekleştirdiklerini söyledi. ABD de uçaklarına yönelik saldırılara karşılık olarak aralık ayında orta Lübnandaki Suriye mevzilerine saldırdı. Lübnandaki bu çatışmaların hiçbir etkisi olmadı. Durum kötüye gitmeye devam etti. Artık asıl konu geri çekilip çekilmeme değil, nasıl çekilinileceğiydi. 1984 Şubatında Lübnan ordusu , Batı Beyrut'un kontrolünü yitirdi, Lübnan Hükümeti düştü. Artık çekilme zamanı gelmişti. (..)Bu şekilde devam edemeyeceğimiz ve İngiliz askerlerinin yaşamlarını tehlikeye atamayacağımız belli olmuştu. Askerlerimiz açıkta bekleyen İngiliz gemilerine döndüler. Mart ayında ÇUG'un tamamı çekildi. ABD'nin Lübnan müdahalesinin fiyaskoyla sonuçlandığını itiraf eden Thatcher şöyle diyor: "Olanlardan almamız gereken önemli dersler vardı. Önce, açık, kabul edilmiş bir hedefiniz ve uygulayacak olanaklarınız bulunmadan böyle durumlara müdahale etmek akıllıca değildi. İkincisi, hiçbir şeyi değiştirmeyecek olduktan sonra yapılanlara karşılık vermekte bir anlam yoktu. Üçüncüsü, olabilecek tüm sonuçlara göğüs germeye hazırlıklı olmadan Suriye gibi belli başlı bölgesel güçlerle karşı karşıya kalmak da doğru değildi."
Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand 2 Mart 1982'de İsrail'e gitmişti. İsrail Başbakanı Menahem Begin, Güney Lübnan'daki Filistinli fedaileri enterne etmek gerekçesiyle Lübnan'a girmek için ağız arıyordu. Ancak istediğini alamadı. Mitterand, yakın çevresine, "Begin'in yanında, İsrail ordusunun Lübnan'a girmemesi için ısrar ettim. Onu ikna ettiğimi sanıyorum. Oraya giderlerse, bu sadece birkaç kilometre için olacaktır" diyordu. Mitterand, 5 Mart'ta Paris'te Bakanlar Kurulu'nda, "Yolculuğum, Lübnan'da acıklı bir macerayı önledi" diyordu. Yanılmıştı. 6 Haziran Cumartesi günü İsrail, Lübnan'a girdi, Doğu Beyrut'u da işgal etti. Mitterand, "Begin bana yalan söyledi" dedi. Fransa Beyrut'taki Çok Uluslu Güç'te yer aldı. ABD, İngiltere ve İtalyan kuvvetleri 8 Şubat 1984'te, Fransa 21 Mart'ta Lübnan'dan çekildi. Mitterand şöyle diyor: "Reagan'ın kişisel isteğiyle, ABD komutası altında olmasını reddederek, Barış Gücü'nü kabul ettim. Biz müslümanları korumaya gelmiştik; Amerikan tutumu nedeniyle bu bir müslüman karşıtı harekat gibi görünebilirdi. Bununla beraber, parlamentoda temsil edilen tüm fesatçı topluluklar Fransa'nın eylemini onayladı. Doğal olarak, Hizbullah ve de İranlı teröristler değil. (..)Biz Şabra ve Şatilla'dan sonra geldik. Yeni katliamları önledik. (..)50'si bir defada, 98 ölü verdik. Çok geçmeden, ABD bizi uyarmaksızın ayrıldı."
İsrail 29 Ekim 1956'da Mısır'a saldırdı. İsrail'in gerekçesi, Mısır topraklarından İsrail'e saldırılar gerçekleştiren Filistinlilerdi. Yalandı. İsrail, İngiltere ve Fransa arasında 24 Ekim'de gizli bir anlaşma yapılmıştı: Sevr Anlaşması. Mısır'da ihtilalle başa geçen Albay Cemal Abdünnasır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirmesi üzerine imzalanmıştı. Süveyş Kanalı Şirketi, İngiliz-Fransız ortaklığına aitti. Nasır'ın el koymasını İngiliz Başbakan Anthony Eden, "Nasır parmağını İngiltere'nin soluk borusuna bastı" diyerek karşıladı. İşte Sevr anlaşması, Süveyş Kanalı'nı yeniden ele geçirmekti. Gizli anlaşmaya göre İsrail 29 Ekim'de Mısır'a saldıracaktı. İngiltere ve Fransa her iki ülkeye ateşkes çağrısı yapacak, bu arada geçici olarak kanal bölgesini işgal edeceklerdi. Mısır ateşkesi reddederse bütün Mısır'ı işgal edeceklerdi. Planlandığı gibi oldu. İsrail ateşkesi kabul etti. Ancak ABD, BM Güvenlik Konseyi'nde İsrail'in Mısır'dan çekilmesini istedi. Fransa ve İngiltere veto etti. Bu arada İngilizler Mısır Hava Kuvvetlerini imha etti. Arap dünyası ayağa kalktı.
İngilizler ve Fransızlar Mısır'ı işgal etmek üzereyken İsrail yan çizip Mısır'la ateşkes imzaladı. Sevr, fiyaskoyla sonuçlandı. Sterlinin değeri düştü. İngiltere'nin altın ve dolar rezevrleri yüzde 15 azaldı. Başbakan Eden sağlık nedenleriyle dinlenmeye çekildi, ardından istifa etti. Arap dünyasında İngiliz aleyhtarlığı yükseldi. İngiltere'nin Ortadoğu'da bıraktığı boşluğu ABD doldurmaya başladı. Sevr Anlaşması'ndan Kraliçe'nin haberi yoktu. Sadece anlaşmayı imzalayan Dışişleri Bakanı Selwyn Lloyd ve iki İngiliz temsilci biliyordu. Anlaşma Hükümetin diğer üyelerinden bile gizli tutulmuştu. Uluslar arası arenada yalnız kalan İngiliz ve Fransızlar Aralık'ta Mısır'dan çekildi. BM'nin öngördüğü sert kararlar yüzünden İsrail de Sina yarımadasından çekilme kararı aldı. Şimdi de İsrail'in Lübnan'a girmesinde başka nedenler mi var? Yoksa bir başka Sevr anlaşması mı sözkonusu? Zaman gösterecek.