Nobel Edebiyat ödülü sahibi yazar Orhan Pamuk, gemileri yakarak yazarlık yoluna çıktığını ve iğne ile kuyu kazarak bugünlere geldiğini söyledi
Yazarlığa bedel ödeyerek yürümüş, gemileri yakarak yola çıkmış bir yazar Orhan Pamuk.
Düşünüyor, tartışıyor ve yazıyor.
O siyasetçi değil, bir romancı.
Her romancı kadar isyankâr, aykırı, meraklı, azimli, acı çeken, umut büyüten, duygusal ve iyimser.
İçinden çıktığı toplumunu çelişkileriyle sevecek kadar rasyonel.
301'den yargılanması içine korku düşürmemiş, kendi olarak kalmaya kararlı fakat biraz daha temkinli.
Yalnızlığı, kendine dönmeyi, kitaplarına sığınmayı seviyor.
Ünlü olmanın getirdiği şımarıklılığı yüklenmek yerine tevazuu tercih etmiş.
"Ben değişmedim, değişmeyeceğim" diyor Cihangir'den İstanbul'a bakarken.
"Türk'ün Nobel'le imtihanı" kazasız belasız geçiyor.
Rahat bırakalım Ortan Pamuk'u hayatını yaşasın.
Normalleşmesine izin verelim, ona ne "hain" ne de "kahraman" muamelesini reva görmeyelim.
Yeni yeni misyonlar yüklemeyelim, abartmayalım, başarıyı taşınabilir olmaktan, sevinci yaşanır olmaktan çıkartmayalım.
Her yazar önce kendi toplumuna seslenir ve her yazar önce kendi toplumundan, kendi değerlerinden beslenir. Bu hiç değişmez. Nobelli Orhan Pamuk bizim toplumun rengidir.
Başarıda da empati olur, Nobel'i bizim Orhan Pamuk aldı.
Normal toplumlar yazarını cesaretlendirir.
Yazar "iğneyle kuzu kazarak" gelir maziden bugüne.
Orhan Pamuk'un iğnesi Nobel'e değdi.
Pamuk örneğinden hareketle yazarlarına eksik bir hayatı dayatmaktan vazgeçmeli toplum ve devlet.
Rahat bırakırsak eğer, yazar bildiğimizi bilmediğimiz şeylerden söz etmeye devam edecek.
Nobel Edebiyat Ödülü beni mutlu etti…
Çeşit çeşit mutluluk var. Bu ödül bir düzeyde beni mutlu etti.
Hayır, şöyle diyelim; Mutluluk hayatın amacımıdır? Bundan önceki kitaplarımda mutluluğu sorguladım; aile mutluluğunu, herkesle birlikte mutlu olmayı, yüzeysel kutluluğu… Bizdeki gibi ekonomik sıkıntıları, yoksulluğu, siyasal dertleri bol bir ülkede mutlu olmak -ahlakı açıdan- ne kadar doğrudur. Bu benim için doğru bir sorudur. Kar romanım yüzeysel olarak politikti, aslında başkaları dert içerisindeyken bizim mutlu olmaya ne kadar hakkımız var, bireysel mutluluğumuz ile toplumun mutsuzluğu arasına bir çizgi çizmeye ne kadar hakkımız varı da sorguluyordu.
Eğer insan başkalarının derdiyle ilgilenmemişse, hayatını yalnızca kendi mutluluğunu inşa etmeye göre kurmuş ve sonra da mutlu olmuşsa ben o mutluluğu sevmem. Ama ben 32 yıl roman yazdıktan sonra, -Nobel ödülünde olduğu gibi- romancılığımın bütün dünya tarafından tanınmasına, saygı duyulmasına yol açan bir ödül almışsam, o zaman ödülümün tadını çıkarmaktan suçluluk duymuyorum.
Evet ama bu durumdan suçluluk duymuyorum. Zaten suçluluk duyacak ne var.
İkisi de benim dışımdan bana yöneltilen durumlar. Bu kadarına hiçbir zaman talip olmadım. Sevgiye evet ama mahkeme kapılarındaki öfkeye asla… Yaşarken büyük sıkıntılar çektim ama bugün bende bıraktığı kırgınlık, kızgınlık ruhumda açtığı yaralar yok. Taşınabiliyormuş ki, taşıdık ve aslanlar gibi karşınızdayız..
Toplum abartıyor. Ne 'hain' dedikleri hain, ne de 'kahraman' dedikleri sandıkları kadar kahraman. Ne yazık ki, toplum bu iki kelimeyi çok kolay kullanma alışkanlığı var. Toplumun bana hain demesini de kahraman demesini de istemem. Öyle sık kullanılıyor ki, zamanla ikisinde değeri kalmıyor.
Toplum beni nereye sürüklemek istiyor bilmiyorum, ama beni bir yere sürükleyemezler, telefonu fişten çekerim, kimseyle konuşmam romanımı yazarım. Zaman zaman işler sizin kontrolünüzden çıkabiliyor ve onun faturasını size ödetmek isteyenler beliriyor.
Var ama hem mutlulukta, hem öfkede, hem sevgide buna bir sınır koymalıyım.
Demirledim, inşallah demir tutar.
O konular yaşandı ve kapandı, yeniden açıp açıp yaşamak istemiyorum, arkamda kalmış konular…
Her şeyi Cumhurbaşkanı'ndan beklememek lazım. Bir gün Cumhurbaşkanının tebrikini çok fazla önemsemeyeceğimiz bir toplumda yaşayacağımıza inanıyorum. Kazandığımız bir şeref, bir sevinç devlet tarafından onaylanırsa daha büyük bir sevinç daha büyük bir sevinç olmuyor. Yaşadığımız sevinçlerin, başarıların tadını çıkarmak için devletten onay almamız gerekmiyor. Başbakan Erdoğan, Dışişleri bakanı Abdullah Gül aradılar tebrik ettiler, müteşekkirim, başkası da tebrik etmemiş, bu benim için bir üzüntü kaynağı değil. Ben İstanbullu sivil bir yazarım. Devletten onay beklemem, gelirse sevinirim, gelmezse ilişmesinler yeter. Devletin görevi bana onay vermek değil, düşünce özgürlüğüne ortam sağlamaktır. Devlet yazarlara ne yapacağını söylemez ya da devlet beğenmediği şeyi yazan yazarı hapse atmaz.
Türkiye'nin önünde başka dertleri varken bunu hiç düşünmedim. Bu sorunun ilgilileri siyasete talip olanlar. Ben ileride yine siyasi demeçler verebilirim, ama daha kültürel siyasi konularda olur.
Var. Eleştirilere de açık biriyim. Bütün yazı hayatım yazdıklarımı birilerine okumakla geçer. Hiçbir yazımı başkasına göstermeden yayınlamam. Hem bir değil beş altı kişiye gösteririm.
Hayatımı paylaştığım yakınlarım… Kimi yazarlar, hiç kimseye okumadan bastırır romanını. Bu bana korkunç gelir. Ben beş sayfa yazsam da, birilerine mutlaka okumalıyım, ondan büyük zevk alırım. Benim için en önemli şey, yazdıklarımı başkasının bakışından görmektir. Her baba gibi evde konuşuruz aldığım ödülleri, başarıları… Kızım Rüya çok alçak gönüllüdür, o niyetle söylemediğim halde, "Baba kibirlenme" der. Artık yaşı ilerledi, bana daha çok karışıyor ve sahipleniyor.
Edebiyat, bir ülkenin ruhuna, kültürüne, tarihine sorunlarına sıkı sıkı bağlı olmalı, ama onun güncelliğine değil. Güncel konuları işleyecekse de onu derinden ele almalı. Benim edebiyatım bir kaçma edebiyatı değil. Ülkenin asıl dertlerini görmezlikten gelmektir kaçmak. "Gazetecilik edebiyatın ölümüdür" yargısını bilirsiniz. Edebiyatçılar için sert bir yargı. Aktüalite, gündem edebiyatın eklenmeyeceği bir şey değildir.
Etkilemez. Sözümün daha çok dinlenmesine, daha çok etki yapmasına yarar. On yıl önce, -daha az ünlü olduğumda- siz bana güncel bir konu hakkında soru sorsaydınız, düşündüğümü hemen söylerdim. Şimdi ise, sözümü birazcık daha seyretmeliyim, daha az konuşsam da sesimin daha güçlü çıkacağını biliyorum. Buna uygun davranacağım. Ben Nobel'i alan en genç 5 içerisindeyim.
Edemiyoruz. Biz yazarların yumuşak karnı da budur. Başkaları araya girer hep. Hiçbir yazar kendi halkının sevgisini, saygısını, ilgisini kaybetmek istemez. Yazar olarak hem kendi kimliğinizi, kişiliğinizi koruyacaksınız, hem de sevileceksiniz ki kendi kimliğinizle ifade ettiğiniz düşünceler de kabul edilsin. İşin en sonunda yaşadığınız kültüre, ülkeye bağlılık, o ülkenin değerleriyle birlikte yaşamak vardır. 32 yıldır Türkiye'de yazıyorum. 32 yıldır, önce Türk okuru tarafından sevilmek istiyorum. Bunu da büyük ölçüde başardığımı düşünüyorum. Şimdi bazıları kızıyorlar ve bazıları da kıskançlık yapıyor. Türkiye'de yaşayan herkes, benim bazen sert de olsa eleştirel yorumlarımın olduğunu biliyor. Bir yazar en sonunda yaşadığı millete seslenir. Milletin kalbini kırmak istemez.
Hayır. Ne siyasi olaylar ne 301, ne olursa olsun benim okurla ilişkim hep aynı kaldı. Ayrıca bir de okur dışı ilgi oldu. Okurum olmayanlar da beni tanıyorlar.
İleride paşa olacaksın gibi, "Nobel alacak adam" diye bir laf yok. Nobel hiç bir yazar için hedef değildir, çükü, onun kime verileceği, ne olacağını kimse bilmez. Yazarların aklından geçer Nobel'i alsam, ama pek çok yazar arkadaşım var, kimse bu düşünceyi ciddiye almaz.
Hayır, Nobel aldığım için dünyanın en iyi yazarı değilim. Nobel beni edebiyatın zirvesine taşımıyor ama kazandırdığı bir itibar var, yaygılık var, size karşı oluşan merak var.
Hayatımda iç dış diye bir ayrım yok. Türkiye'de olduğu gibi her ülkede de yazdıklarınıza dair olumlu olumsuz eleştiriler çıkar. Kitaplarım 50 dile çevriliyor. Nobel'den önce 46'ydı. Bu konuda dünyada ön sıralardayım.
Çok değil, ama beni rahatsız edecek düzeye ulaşabiliyor. 20 yıldır bana takmış olanlar var, her bahaneyle yazıyorlar. Artık ben onlarla meşgul olamam. Hayatta geldiğim yer onlarla didişmek değil mutlu olmak.
Taşıyorum. Siyasi konuları ele alan bir romandı Kar. Kültürel siyaset, toplumların yapısındaki yaralar, temel çelişkiler… bunlar kitaplarımda var, olmaya da devam edecek…
Yaşar Kemal, çok değer verdiğim büyük bir yazar. O lafı her zaman söyler. Kaç kere traktör şoförlüğü yaptığı mutlu yıllara gönderme yapmıştır. Bu demeç bende başka bir anlama gelmiyor.
Yazmakta olduğum Masumiyet Müzesi kitabıyla ilgili bir projem var ama elimde tutulur hale gelmeden konuşmayı doğru bulmuyorum.
Çok. Yazacağım beş altı kitap, Kolombiya Üniversitesi'nde vereceğim konferans...