Bugünün küresel iletişim dünyasında bile kadın nüfusunun yüzde 70'ini oluşturan başörtülülere 'İran'a git' diyebilen bir zihniyet, geçmişte de Ermenileri topraklarından göç ettirmekte zorlanmamıştır
Söylemekle pek övündüğümüz "yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkeyiz" cümlesinin arkasında yatan acı dolu koca bir tarihi hiç düşündünüz mü? Bundan yüz yıl önce üç semavi dinin mensuplarının bir arada yaşadığı, Müslüman şehrinin vazgeçilmezlerinin sadece cami değil, kilise ve havra da olduğu bir medeniyettik. Şimdi ise kilise ya da havra gördüğümüz her mekandan ürken, fişleyen, ihbar eden bir toplumuz. Nasıl bu hale geldik diye hiç sorguladınız mı? Bir zamanlar bu toprakların çok daha çeşitli ev sahipleri vardı, onlar nereye gitti diye merak ettiniz mi?
Çok değil, 93 yıl önce bu topraklarda 3 milyon Ermeni komşumuz vardı. Fakat ne yazık ki, cumhuriyet projesi gayri-Müslim "unsurları" dışlayarak, geride kalabilenleri ise ikincilleşti-rerek kendini gerçekleştirmeyi seçti ve artık Ermeni komşularımız yok. Olanlarsa yaşanmışlıkların ağırlığından olsa gerek genellikle kendi içlerine dönük bir dünyada yaşamayı seçiyor. Oysa onlar Müslümanlardan da uzun süredir bu diyarı 'ev' bellemişlerdi ve bir gün aniden kendilerini kapı dışarı edilmiş buldular. Geride kalanlar ise ya vergi yoluyla devlet tarafından ya da derin eller tarafından malları yağmalanarak, canları ve ırzları tehlikeye sokularak terket-meye zorlandılar. Oysa ki onlar sevmediklerinden terketmiyorlardı, onlar severek terkedenlerdi... Artık bu topraklarda sadece 70 bin Ermeni vatandaşımız var.
Yalnız gayri-Müslimler değil elbet, milliyetçilik zehrinin kasıp kavurduğu bu topraklarda Müslümanlar da zulme uğradı. Peki, şimdi ne olacak? Kabuk bağlamış yaralarımız var, belki artık acımıyorlar ama hâlâ oradalar... İşte mesele de tam burada, hâlâ acımadıklarından dolayı artık tüm dikkatimizi ve alakamızı yaralarımıza çevirip, varlığımızı bir yaraya indirgeyip, onu oluşturanlara sövmekten ötesini yapabiliriz ve yapmalıyız. Bunu zulme uğrayan herkese borçluyuz. Bu toprakların yetiştirdiği en feraset sahibi evlatlardan biri olan ve öldürülebileceği ihtimalini sezmesine rağmen bir "güvercin tedirginliğinde" bu topraklarda yaşamaya devam edecek kadar Türkiyeli olan abim Hrant Dink'in de dediği gibi "biz, Ermeniler ve Türkler, hasta bir toplumuz ve ancak yine biz birbirimizi tedavi edebiliriz".
Hani hep "bugünü anlamak için geçmişe bakmak gerek" denir ya, ben de size Türk-Ermeni ilişkilerinin geçmişini anlayabilmek için tam tersini, yani geçmişi anlamak için bugüne bakmanızı önermek istiyorum. Küreselleşme sayesinde yaşadığımız şu geçici diyardaki herkes az çok birbirinden ha-berdarken, iktidar sahiplerinin hemen her hareketi uluslararası camia tarafından gözlem altındayken, bu ülkenin kadın nüfusunun yüzde yetmişini oluşturan başörtülü kadın vatandaşlarına "İran'a git, Arabistan'a git" diyebilen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu zihniyetin bundan uzun yıllar önce, iktidarını denetleyip hesap sorabilecek kimse yokken nüfusun yaklaşık yüzde onunu oluşturan Ermeni vatandaşlarımızı bir yerlere 'göç etmeye' zorlaması nasıl olur da hâlâ bu kadar kuşkuyla karşılanır anlamakta zorlanıyorum.
Her ne kadar bu iki zihniyet birbirinden tarihsel olarak uzak görünse de aynı vicdan yoksunu düzlemin koordinatlarında birleşiyorlar ve hâlâ zulüm ediyor, can yakıyor, yaralıyorlar. Anlayacağınız mazlumluk halinin adı kimi zaman Agop kimi zaman Ayşe olsa da, zalimin adı her zaman ve kim olursa olsun Zalim... Bu yüzden mezkur zihniyetin mazlum kıldıkları herkesten biraz daha uyanık olmalı, biraz daha diken üstünde hissetmeli diye düşünüyorum. Çünkü biz de gün gelir Hz Yunus gibi mazlumken zalim oluverdiğimiz için "Allah'ım, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye yakarırken bulabiliriz kendimizi...
Bir Şehr-i Ramazan'a daha ulaştık. Her yerde Ramazan-ı Şerif'in estirdiği gönül iklimine uygun olarak affetmenin erdemlerinden ve affedilmenin yollarından bahsediliyor. Ve bugünlerde tam da bu gönül iklimine uygun olan bir olay gerçekleşmek üzere... Bir "Özel İstihbarat Projesi" olduğu tescillenen 6-7 Eylül olaylarının yıldönümüne denk gelen bir günde, Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, bir zamanlar komşumuz olan birçok Ermeni vatandaşımızın evlatlarının da yaşadığı komşu ülke Ermenistan'ın Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan'ın davetini kırmayarak Ermenistan'a gidiyor. İki toplumun, temsil ettikleri toplumlar gibi akl-ı selim sahibi olan liderleri bir araya geliyor. Gönülleri değil, sadece yaraları kabuk bağlamış bir millet olarak biz de bu siyasal olduğu kadar tarihi öneme de sahip gelişmeyi can-ı gönülden desteklemeli ve Ramazan-ı Şerif'in bizden razı olacağı biçimde bu hadiseyi değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum. Hem unutmamak gerekir ki, "Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever." Bizler için bir hidayet rehberi olan bu sayılı günlerde affolunmak ve affetmeyi idrak edebilmek niyazıyla hayırlı Ramazanlar...