İsmet Özel, Türkiye'de adından en çok söz edilen şairerinden biri. Her şiiri bir döneme damgasını vuran Özel, aynı zamanda Türk düşünce dünyasına yeni açılımlar getiren önemli bir düşünür. Şairliği düşünce adamı oluşunun hep bir adım ötesinde dursa da Özel, şiirleri kadar siyasi yönelişleriyle hep tartışmaların merkezinde oldu bugüne dek. İsmet Özel'in gerek sosyalist, gerek Müslüman dünya görüşüne sahipken şiirleri kadar dünyaya bakışı da ilgi çekti. Son dönemlerde ise Türklük kavramı üzerinde çokça durdu şair... Herhangi bir kültürel belirlenimle açıklanamayacak olan Türklüğü, tarihsel olarak İslam dünyadaki siyasi konumunun özel bir alanı olarak vurguladı. Türklüğü tam olarak "kafirle çatışmayı göze alan Müslüman" ifadeleriyle tanımlayan İsmet Özel, böylelikle Türklerin yapacakları işlerin ancak küfrü geriletmek amacına yönelmiş işler olabileceğini dile getirdi. En iyi Türklük tarifinin İstiklal Marşı'nda yapıldığını söyleyen, Türkiye'nin bugün karşı karşıya olduğu tehlikelerin İstiklal Marşı'nın öne çıkarılmasını kaçınılmaz kıldığını savunan Özel, bu düşünceden hareketle geçtiğimiz yıl, İstiklal Marşı Derneği'ni kurdu. Şairin, önümüzdeki ay Şule Yayınları'ndan çıkacak olan “Akşam Gezintisi Değil İstiklal Yürüyüşü” isimli kitabı da İstiklal Marşı Derneği ve düşüncesi etrafında şekilleniyor...
Paul Valery, "Şiirin içinde fikir, elmanın içindeki gıda kadar saklı olmalıdır." diyor. İsmet Özel'in şiirlerinin fikri ve siyasi yönü onun şairliğine başka bir boyut kazandırdığı bir gerçek. Bu doğrultuda İsmet Özel'in şiirinin gündelik siyasetin neresinde durduğu sorusuna cevap aradık. Osman Özbahçe, şairin Türkçülükle ilgili açıklamalarına değinirken, Ömer Aksay Özel'in gündelik siyasette durduğu yerin, Mehmed Âkif'e oranla bir iki parmak geride olduğunu söylüyor. Vural Bahadır Bayrıl faşist olmak ta insanlık hali derken, Selahattin Yusuf Özel'in hakikat arayışına dikkat çekiyor.
YENİ BİR TÜRK ALGISI YARATTI
Öyle sanıyorum ki İsmet Özel hakkında herkesin hemfikir olduğu husus şiirinin önemidir. "Sadece şair İsmet Özel" fotoğrafı her çevreden ve her açıdan güzel görünen bir fotoğraftır. Gerçekten de İsmet Özel, şiirimiz bağlamında yazdığı yazılar da düşünüldüğünde, İkinci Yeniden sonra şiirimizin dağılmasını, gevşemesini önlemiş bir şairdir. İkinci Yeni kuşağının bir bütün olarak yaptığı işi İkinci Yeniden sonra tek başına yapmıştır. Tek başına bir kuşaktır. Onun düzyazıdaki başarısı da şiirdeki başarısına benzemektedir. İsmet Özel, şiirde neyi başardıysa düşünce hayatımızda da onu başarmıştır. Türk şiirinde nerede duruyorsa, Türk düşüncesinde de orada durmaktadır. İsmet Özel, kendine kadar gelen İslâmcılık fikrine doğrudan katkı yapmış bir yazardır. Kökü Osmanlı'ya dayanan, Cumhuriyet'te aynen sürdürülen, "Batı'nın teknolojisini alalım, ahlâkını almayalım," fikrini Üç Mesele'yle iptal etmiştir. Türklük meselesiyle birlikte bu aynı zamanda Türk düşüncesine köklü bir katkıdır. En basitinden, Cumhuriyet'in Batılılaşmayı memurlar üzerinden yürüttüğünü tespit etmesinden, siyasi hayatımız söz konusu olduğunda Türkiye'de filmin 27 Mayıs 1960 darbesiyle koptuğunu söylemesinden tutun da İslâmcılığı bir tercüme hareketi olmaktan kurtaran yazılarına varıncaya kadar, yaptığı bütün katkı, sarf ettiği büyük emek getirilip, bence sizin sorunuzun da sebebi olan Türklük meselesine bağlandı. Belki de uzun zamandır İsmet Özel'e diş bileyenler bu meseledeki çıkışından sonra "Evraka!" yaptı. Sağcı, solcu, İslâmcı çevrelerden birçok kişi ona faşist deme yarışına girdi. Bazıları da İsmet Özel'in Türklük çıkışını "ulusalcılık" hikâyesiyle, "ulusalcılığın" değişik bir versiyonu olan Türk-İslâm sentezciliğiyle perdelemeye, dozunu ve etkisini hafifletmeye, mümkünse yeniden düzenlemeye, milleti zararlı etkilerinden korumaya çalıştı. Fakat bu ve benzeri bütün gayretler, kendi mantık örgüleri içinde son derece haklıydı: Çünkü bu çıkışıyla herkesin plânını bozdu. Her şeyden önce, Türklük çıkışıyla, İslâmcılığı, İslâmcılık zaten "çağdaş" bir düşünce olduğu için ayrıca "çağdaş İslâm düşüncesi" şeklinde açmaya gerek yok galiba, evet, İslâmcılığı kökü dışarıda bir hareket olmaktan kurtardı; bütünüyle yerlileştirdi. Bize ait yaptı. İsmet Özel, Türklük çıkışıyla yepyeni bir Türk algısı yarattı.
HAKİKATİN PEŞİNDE BİR ŞAİR
İsmet Özel'e baktığımda, zihnimde uyanan ilk his yıllardır hep aynı oldu. Hakikat. İsmet Özel'in kendi şiirlerini okurken sesine sinen bir şey vardır. Hangi şiiri olursa olsun, hangi dizeleri okursa okusun, sesinin hep bir "alt-metni" vardır. O alt-metni, alt-sesi takip edin. Dünyada olmaklığımızı yaralayan o şey, oradadır. En çok şiirlerini okurken oradadır. Yani, hiçbir zaman tamamı verilmemiş Hakikat'in, verilseydi İsmet Özel'in ruhunda yerleşeceği ve dolduracağı yerin sızısının sesidir. Sanattan daha büyük bir şey var: Büyük harfle "Hakikat!" Hani Resulullah'ın (A.S) Allah'a (C.C) "Bana eşyanın hakikatini göster" derken, bilgisini dua ederek dile(n)diği şey. Ama biz şunu biliyoruz. O'na bile tamamı gösterilmemiştir. O, sadece Hakikat'in kokusuyla sarhoş olmuştu. Hakikat'in kokusunu zaman zaman ayetlerle alıyordu. Ama tamamına asla ulaşamayacağını biliyordu.
Dolayısıyla Hakikat, yeryüzünde, yeryüzünün en derin, en saf ve en büyük kalpli insanının bile kalbine sığamayacak bir şeydi. Miraçta Peygamberin "yaklaştıkça" titrediği, kendinden geçip bayıldığı şey "Nur" metaforuyla anlatılıyor. Ama belki de o işte "Hakikat" idi. Bana kalırsa Hakikat idi. Hakikat'in parçaları onun kalbine indikçe yeryüzünde o kadar sarsılması, baygınlık değilse bile derin bir hassasiyetle her defasında titremesi de bunu gösteriyor. Hepimiz Hakikat'in susuz bıraktığı ölümlüleriz. Hakikat'in, kendini tam vermemekliğiyle içine bırakıldığımız yoksulluğu, değil sanat, aşkla bile aşamıyoruz. Velilerimiz, ulu karakterlilerimiz, çilekeşlerimiz, onlar da tıpkı Resullulah (A.S) gibi, onun, Hakikat'in ulaşılamaz olduğunu derinden bilmişlerdi. Onların ulaştığı en uzun menzil de, işte o yolda sarhoş olmaktı. Sanat, bu bakımdan oldukça yetersiz bir veri insanoğlu için. Picasso sanat için; "Bir yalan; evet ama, Hakikat'e götüren bir yalan" demişti. Yani velilerin yoluna benzer bir yol. Yeterli değil ama. "a-priori" olarak yetersiz. Yoksul. Yine de yol. Yine de yol. Yine de bir yol ve kaçınılmaz yanılgısına rağmen, yolda olmamızı sağlayabilecek bir rehber. İsmet Özel, ilginç bir insan gerçekten. Herakleitos, Ege'nin bir kasabasında bir gün, kişisel felsefesinin determinist bir kaçınılmazlığı sonucu, vücudunun etrafına hayvan gübresi sararak beklemeye başlamış ve bir süre sonra ölmüştü. Felsefesini doğrulamak için, vücudun ne kadar az su içerirse o kadar Hakikat'e yaklaşacağı yönündeki inancına uyarak hayatını kaybetmişti. İsmet Özel, memleketimizin maruz kaldığı "sululuktan" trajik biçimde yüz çevirmiş ve "sosyal" bedenini "öldürmüş" bir şair ve düşünür. Her şeyini eleştirebilirsiniz. Ama Hakikat'e olan susuzluğu, cehdi, ilginç ve yalnız yolculuğu bize hiç ilham vermedi. Bu bizim için trajik bir şey; onun için değil. Onu andığınız için, içim kabardı. Nietzsche gibi o da "Beni önümüzdeki yüzyıl anlayacaklar" diyebilirdi. Şu ana kadar bunu söylemedi. Neden söylemediğinin izleri "Waldo Sen Neden Burada Değilsin?" kitabında bir parça takip edilebilinir sanıyorum. Ama bu umutsuzluğa düşmedi hala. "Henry Sen Neden Buradasın?" kitabına rağmen bu hala böyle. Ama ömrü tükendikten sonra insanların (mesela benim) enaniyetlerimiz, ölümün elleri İsmet Özel'in boğazına sarıldıktan sonra, biraz teskin olacaklar ve onu daha iyi anlayacaklar diye düşünüyorum.
ŞİİR SİYASETLE BAŞ EDEMİYOR
İsmet Özel'in, şair kimliğiyle gündelik siyasette durduğu yer, Mehmed Âkif'e oranla bir iki parmak geridedir. Bunun sebebi, çeyrek asırdır gündelik siyasetin kültürel alanı tamamen ihata ediciliğinden kaynaklanıyor. Türkiye'de gündelik siyaset, her şeyi kendi başına belirlemekte. Gündelik siyaset edebiyatı o kadar tahakkümü altına aldı ki; gündelik şiirlerin, kalıcılığı olmayan, değişken, ilerisi, ufku olmayan şiirlerin yazılmasına, tüketilmesine yol açtı. Bu koşullarda, İsmet Özel dışında, gündelik siyasete onun kadar direnç gösterebilecek kabiliyette şaire rastlamanın da mümkün olmadığını belirtmeliyim. Bence bu soru, İsmet Özel'le ilgili bütün soruların cevabı gibi iki yönlü olarak cevaplanmalıdır. "Ortamdan bana bir şey bulaşacak korkusu ilk gençlik yıllarımdan ihtiyarlık yıllarıma kadar davranışlarıma baskın çıktı" diyen İsmet Özel, daha yirmi bir yaşında, Mart 1966'da yazdığı 'Kan Kalesi' şiiriyle bu soruya cevap verdi: "Gizemli bir dehliz gibi şehri dolaşıyorum/ sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya" "yanık bırakılmış bir fısıltı/ şehri sarıyor, bir dehliz olan bana ulaşamıyor ama"
İsmet Özel'in 'bir dehliz olan' yeri, gündelik siyasetin içinde değil; gündelik siyasetin unutturduklarını, örtbas etmeye çalıştıklarını akla getiren yerdedir. Bu, işin bir yönü. Diğer yönü ise, yine aynı şiirde: "şehre karışmayan bir dehliz değildim" dizesinde gizlidir. Ne gizli bu dizede, bir itiraf mı? Şehre zaman zaman karıştığını da itiraf etmektedir. Kendini 'sıkıca tuttuğuna' göre, şehre karışmak için can atmaktadır. Gündelik siyasetin ötesine geçmeyi başaran bir şiiri artık Türk edebiyatında görememekteyiz. Şiir gündelik siyasetle maalesef baş edemiyor. Uzun süredir İsmet Özel'in manzum olarak yazdıkları, gündelik siyasetin gerisinde kaldı. Mensur olarak yazdıkları, söyledikleri ise gündelik siyasetin epeyce ilerisinde olmalı ki, şiirinden çok bunlar konuşuluyor.
FAŞİSTLİK DE İNSANLIK HALİ
Jurgen Habermas'ın "Türk Milleti İsmet Özel'i anlayacak bir millet değil" dediği bir kişi hakkında, benim gibi Türk milletinden gelen biri ne söyleyebilir ki?.. Aciz bir kaç fikir kırıntısı, şaşkın bir kaç kelime, o kadar... Bir atasözü yazmıştım, çok seneler once, "Şiir iyidir, şairler hariç" diye...Bugün bakıyorum, gerçekten atasözü olmak üzere. İyi bir şey bu. Zira, şairlik ne bir bir zırh ne de seçici-geçirgen bir zar... Kimseyi koruyamıyor. Hele de "ins" taifesini. Faşist olmak da bir insanlık hali. Birçok insan halinden biri. Bana ne?
ORTAK VASFIN İÇERİĞİNE DAİR İZAHTA BULUNUYOR
Gustav Mahler beste yapar, Rene Magritte resim yapar, İsmet Özel şiir yazar. Modern Türkiye'nin, şiir alanında ortaya çıkmış en büyük ilham, gurur ve sevinç kaynağı hiç kuşkusuz İsmet Özel'dir. İsmet Özel'in düzyazıları da tıpkı şiirleri gibi erişilmez yetkinliktedir. Yazıları, insan teki olarak yaşadığımız her anın, her tecrübemizin bir hayat - memat meselesi ekseninde şekillendiğini kavramamıza hizmet eder. Dahiyane üslubunun güven verici ve saygı uyandırıcı niteliği, bana göre, okuruna duyduğu güven ve saygıdan doğuyor. Onun düzyazıları, insana şunu dedirtir: "İşte bu! Bu yazar, tam da gönlüme ve zihnime gerekli gıdayı sunuyor!" Bu nedenle, İsmet Özel okurları otomatikman dost, ahbap, arkadaş olurlar; hattâ yuva kurarlar. İsmet Özel son dönemde, Türklüğün ve İstiklal Marşımızın önemini gündeme getirdi. Türkiye'de yaşayan, Türkçe konuşan, Türk tarihinin bir parçası olan bize; ortak vasfımızın içeriği hakkında bir izah ve/yahut teklifte bulunuyor. Türklerin yaşamadığı bir Türkiye, Türklerin konuşmadığı bir Türkçe, Türklerin dönüp bakmadığı bir Türk Tarihi olabilir mi? "Türk, bir ırkın eğil, tarihsel bir rolün adıdır" diyor İsmet Özel. Bu rolü üstlenmekten söz ediyor. Onun tezlerini makul bir seviyede, sağlam bir zeminde, doğru bir üslupla ve içtenlikle ele almak suretiyle, toparlanmamızı sağlayacak önemli bir fırsatı yakalayabiliriz.
İsmet Özel'in şiirindeki 'ben' sesini toplumsal alana ve siyasete taşıdığını düşünüyorum. Birçok bakımdan sorunlu bir durum bu. Zira dünya, bizim istediklerimizin gerçekleştiği bir yer değildir çoğu zaman. Hz. Ömer'in, "Ben Rabbimi olsun diye çabaladığım işleri boşa çıkarmasıyla tanıdım, bildim" sözünü daima akılda tutmalıyız bu yüzden. Benim naçizane kanaatim İsmet Özel'in, bu çerçeve içinde bir üslup sorunu yaşadığıdır. Arzu ettikleri yaşarken olsun istiyor sanki. Reel politikle ilgisinin şeklindeki değişme bunu gösteriyor. Zaten Kız Kulesi Beyaz İken'den beri şiirinde de benzer bir sorun var. Şiirini, zemini gayri insani ve son derece yersiz bir sövgü ile çatıyor. Kırk Hadis şairine yakışmayan hırs yüklü bir dil tercihi. Toplumsal ve siyasal olana dair görüşlerinde de bu dil hâkim. Kuşkusuz toplumumuz onun görüşlerine çok ihtiyaç duyuyor. Fakat hiçbir toplum ihtiyaç duyduğunu kendisine söz konusu dil ile verene karşı sıcaklığını fazlaca koruyamaz. Oluşması arzu edilen sıcaklık, bütünleşme bu yüzden oluşmuyor. İsmet Özel, söylediklerini nicedir kendi 'ben'ini sublime ederek söylüyor çünkü. Bu eda, Mevlana'da da Akif'te de yoktu.
Haddim değil belki ama söylemeliyim: Bizi kendisine benzetmeye çalışan bu bun atmosfere değil 'gelmekte olan insan'a seslenmeliyiz. İsmet Bey'in çığ gibi büyüyecek etkisinin önünde şiirindeki 'ben' sesi bir engel olarak duruyor. Şimdi bu ses toplumsal alana ve siyasete de sirayet ederek kendi kendini ne yazık ki lağvediyor. Gerçi onun eylemi reel politiğin herhangi bir yanında durmuyor ama söz konusu atmosfer içinde parçalanıp hiç de yakın durmadığı yanlarla karışıyor. Bu durumu aşmak, Özel'e olduğu kadar onun okuruna da gayret ve sorumluluk yüklüyor. Bugünün içinden de gelecek olanlardan da İsmet Bey'in eylediklerinden çok şey kazananlar olacaktır. Bundan hiç kuşkum yok. O kişilerin akıllarında tutması gereken hususların başında, güçlerinin bir derecesi olduğunu bilmeleri yerinde olur. Ancak bu sayede -İsmet Özel'in ifadesi ile- 'tütmesi gereken ocağın nerede olduğu' onlara gösterilecektir.